Her yeni yaş, her yeni yıl, bize yeni şeyler öğretiyor. Bu sâyede hayatı yeniden keşfediyoruz. Bu duruma bağlı olarak bana ‘Öyleyse sen en son ne öğrendin?’ diye sorsanız ‘En son çocuklarımızı herkese teslim etmememiz gerektiğini öğrendim’ derim. Hakikaten de ‘Çocuklarımıza her an ve her şartta kol kanat germemiz icap ettiğini’ ben en iyi 2016 yılından öğrendim.
Ne yazık ki yine ‘tecrübeyi acılardan damıttık’…
Ama öğrendik neticede…
Hangi cemaatin, hangi tarikatin, hangi sivil toplum örgütünün, hangi yurdunda, çocuklarımızın başına neler geldiğini tafsilatıyla yazdı çizdi gazeteler. Öğrendik…
Televizyon haberlerinde ‘son dakika’ veyahut ‘sıcak haber’ vurgusuyla geçti bütün o facialar…
Sanki böyle şeyler hakikaten son dakikada ve sanki hiç beklenmedik biçimde başımıza gelmiş gibi.
Halbuki öyle değildi işin aslı…
Yangının gelişi kıvılcımdan belliydi!
Bu arada ‘hakiki iyileri’ bilhassa tenzih ederim; ailemden, kuzenlerimden birileri de dahil olmak üzere çokça tanıdığım var ki o nev’i yurtlarda yetişmişlerdir ve vatanını, milletini, devletini seven ‘adam gibi adamlar’ olmuşlardır.
Öyledir…
Ve fakat…
Her şey bir yana, bu hâdiselerin her birinin altına elbette ‘kamu vicdanının’ koyu harflerle not düştüğü bir de soru vardır:
‘Devlet nerede?’
İşte bu soruya vereceğimiz yanıtın peşine düşmek lâzım!
Ve yâni; aslında tarikatler de cemaatler de bugüne dek devletin eksik bıraktığı bir yeri doldurmuş gözüküyorlar. Niyetlerinin ne olduğunu en iyi kendileri bilir; ama doldurulan o yer, sâdece eğitimle, sâdece barınmayla, sâdece şefkatle ve sâdece çocuklarımıza kol kanat germekle, sâdece onlara ilim irfan doğrultusunda parlak bir gelecek vadetmekle ilgili olmayan; aslında hepsinin karışımı olan son derece karmaşık bir anlam ve eylem sahasına açılıyor:
Baba olmak…
‘Devlet Baba’ olmakla ilgili bir ayrıntıdır bu…