İşbu aşkın yolu dilim olmaktır / Burada ağlayıp ahirette gülmektir
Gül renkleri zeferan gibi solmaktır / Böyle olmadan âşığım diye söylemeyin dostlar.
Ahmet Yesevi
Onu gördüğüm ânı hiç unutmuyorum. Suya atılmış bir taşın etrafında açılan halkalar gibi, her adımında etrafındaki kalabalıktan halkalar peyda oluyor, dört bir yana doğru hızla ondan uzaklaşıyordu. Kara kuru, çelimsiz, eli yüzü görünmeyen bu adamdan niye çekindiklerini anlamamıştım. Siyah, genişçe bir elbise omuzundan paçalarına doğru dökülüyor, başına örttüğü kısım ise neredeyse burun hizasına kadar sarkıyordu. Havada yürüyormuş gibi süzülürken başını da öne eğdiğinden yüzü gözü seçilmiyor, etrafından kaçışanların endişesi hakkında en ufak bir ipucu vermiyordu. Cüzzam veya başka bir hastalığı mı vardı bilemedim. Yürüdü, kalabalığın hareketlerine aldırmadı, az ileride köşeyi dönüp gözden kayboldu.
Büyükçe bir gemiyi yutan suyun, halkanın kenarlarından merkeze doğru akıp yeniden kavuşması gibi kalabalık geçen tehlikenin ardından ortasındaki boşluğu yuttu. Aralarına karıştığım için fısıltıları işitmeye başlamıştım. Kimi “Derede alacak abdestini, az sonra gelir son safa girer,” diyordu, kimi “Uslu dursa da adam gibi kılıp çıksak,” diyordu.
Biraz oyalandım, son saftan da olsa namaza dâhil olduğuna göre bulaşıcı bir hastalığı yoktu anladığım kadarıyla. Ondan başka hangi garabet halkı bu denli iğrendirmişti, doğrusu merak ettim. Az sonra, kaybolduğu köşeden yeniden göründü. Müezzin cemaati cumanın sünnetine kaldırdığı anda bahçedeki cemaatin son sırasında onunla yan yana saf tuttuk. Farzdan hemen sonra alelacele kalkıp ardına bile bakmadan uzaklaştı.
***