Hafta sonu izni gelmişti nihayet. Tatlı, bir o kadar da buruk bir heyecanla dolabını açtı. En alt katına koyduğu sivil giysilerini çıkarmak için uzandı. Bal peteği nizamını andıran giysilerini bozmaya kıyamıyordu. Anacığının, evin ahşaplarını ovduğu beyaz sabun kokusuyla, pencere önüne dizdiği menekşe ve fesleğenlerin rüzgâra kendini bırakarak eve yaydığı kokuyu ruhunda hissetti. Sonra, kar gibi beyaz olsun diye kaynattığı çamaşırların arınmışlık duygusunu anımsadı. Giysilerin düzenini bozmaktan ziyade, hayalinde canlanan bu ânın kaybolmasından endişeleniyordu. Giyeceği beyaz gömleğini eline aldı. Gözlerini kapadı ve uzun uzun kokladı. Gözünü açtığında gördüğü her şey dalgalanmaya başlamıştı. Etrafı buğulandıran bu kez, gözyaşlarıydı. Gömleğinden önce gurbetin kimsesizliğini giymişti sırtına. Gizliden gözlerini ovuşturdu.
Birkaç arkadaşı ile çarşıya kadar beraber yürüdü. Hepsi de birikmiş ihtiyaçlarını gidereceklerdi. Çarşı görününce birer birer dağıldılar. Kimi bir dükkâna, kimi bankaya, kimi ise postaneye koşuşturdu. Kendisi de birikmiş ihtiyaçlarını almadan önce memleketten gönderilecek parayı çekmesi gerekiyordu. Bankaların olduğu caddeye doğru yürümeye başladı. Ailesinin parayı göndermek için nasıl çabaladıklarını, nelerden kısıp da kendisine göndermek için biriktirdiklerini aklından geçiriyordu.