Gelmez sana bir ziyan bu aşktan gönlüm!
Can gitse de korkma başka bir candır ölüm.
Hz. Mevlânâ
Hiç şüphe yok ki Mevlânâ, adı ölüme yüklediği mânâ ile de özdeşleşmiş, istisnâî bir şahsiyettir. Ölüm, can alıcı bir metafor olmaktan çıkarak, onun tabiriyle “düğün gecesi” kimliğiyle yeni bir kisveye bürünmüştür. Onun düşünce dünyasını yansıtan dizelerle birlikte ölüm, başa çıkılmaz bir ayrılışın ve acının ismi olmaktan çıkarak; özlenen, hasretle beklenen bir “yol” olmuştur.
Herkesin firkati, Mevlânâ için tam 743 yıldır vuslâttır artık…
İnsanların en önemli kırılma noktası olan ölüm, bütün çârelerin çâresiz kaldığı bir varoluş kaygısını barındırırken içinde; “Şeb-i arûs”un bir kavuşma, buluşma anlamı taşıması çok önemli bir hassadır bu yüzden.
İşte o, bu yüzden; ay ışığının, ister gül yaprağına ister çamura düşsün, temiz olduğunu bilen; eserleri ve fikirleriyle ruhlarımızı döktüğü kalıplarda her gün yeniden eritip şekillendiren; 72 milleti gönülden kucaklayıp herkesin kulağına kendi dilinden fısıldayarak “Gel!…” diyen; asırları eskitip kendi her dem taze kalan büyük bir mutasavvıftır.
O, hayatın ilâhî aşkla anlam kazandığını, bu aşk sâyesinde tüm sıkıntılardan arınıldığını söylerken, bu arınmanın tam anlamıyla vücut bulduğu an olarak ölümü düşlemiştir. Onu algılamak için zannımca beden, dünya, aşk ve ölüm kavramlarını doğru idrak etmek gerekir.