Bir soluklanayım yoruldum. Oyh… Ay belim, aman sırtım, vah dizlerim. Şu dut ağacı da olmasa, bu çoraklıkta ne ederdim ben? Dalları da pek hışırdak, gölgesi serin. Dibine de en taburesinden taş koymuş Mevlam. Bir de ayran olaydı.
O ne lan! Siz kimsiniz? Soluğuma kastınız mı var? Bak kafada sarı sarı baretler, ellerinde rulo kağıtlar, biri de üç ayaklı dürbünümsü aletle beni dikizliyor. Sarıldı dutun etrafı, duvarlar yükseliyor. Birinci katın kalıbı bitti. Yükselen her katla bina beni sarıyor. İki, üç, dört ve çatı…
İşte böyle oldu. Boş arsada dut altında otururken, üzerime inşa ettiler Sivas Yurdu’nu. Bedenimin ilk tanışıklığı 2000’lerin başında, ilk devamlılığım ise yedi yıl öncesinde başlayıp, beş yılın sonunda nihayet bulsa da ruh kişim temeli ile yükseldi, beni kendi ruhuna harç etti, yüzlerimizi, binlerimizi.
Bulunduğu caddede Ordu, Giresun, Adana, Ottawa, Mönchengladbach yurtları varmış ilk kurulduğu zamanlarda. Ancak bekâ problemini aşabilen tek beton, ruhuyla Sivas Yurdu olmuş. Tam bu noktada “So what!” diyorum, anlayan anladı. Bizi bitirdin abi, sen bizi bitirdin.