Üsküdar’ın bir köyü idi burası; uçsuz bucaksız çimenlik… Şimdi binalardan göremediğimiz koca orman en büyük oyun alanımızdı. Artık çocuklarımıza bir metresi kalmayan, mantar topladığımız ormanın alt kısmındaki muşmulalık, iç kısmındaki çam fıstıklığı ve kestanelik; şimdi hiçbir çocuğa nasip olmayacak çok büyük bir eğlence parkıydı. Çocukluk arkadaşım Kara İsmet’in henüz Kürt İsmet olmadığı yıllardı; çok severdim, hâlâ severim. Alevî ne, Sünnî ne bilmeden; Kürt, Arnavut bilmeden severdik birbirimizi. Büyüklerimiz bahsederdi de öyle bilirdik, parti, siyâset işlerini; ama konuşsalar bile, bir letafeti ve zarafeti vardı. Muhabbet illâ gülüşmelerle biterdi…
Ah o büyüklerimiz sonradan birer birer gitmeye başladılar. Hacı Ömer rahmetli oldu, yoldaşı Pire Memet: “Beni bırakıp nereye gittin lan!” diye bağırdı mezarının başında. Aslanlar aslanı Osman Hocamı kaybettik sonra, haksızlığa uğramış hiç tanımadığı bir adam için gövdesini koyardı ortaya… Oflu Kara Hüseyin; intikamını almadan gömmedi cenazesini, genç kaybettik amcamı… Çolak Mirali Amcam; içim yandı duyunca… Ve yaşıtlarımız; Talip Abi, Uğur, parçalandı yüreğimiz. Yaşayan çok az eskimiz kaldı, Allah Pire Mehmet’e, babam Turan Hoca’ya, Parmaksız Kemal’e, Oflu Bakkal Abdullah Amca’ya ömür versin.