Aslında bambaşka bir şeyden bahsedecektim ben bugün; ama o yazıyı yazmaya başladığım sırada adı bir alt yazıdan gayrı anılmayan bir pusuda şehit olan güvenlik güçlerinden birinin, zamanında Hacı Bakkal Sokak’ta oyun oynadığımız bakkalın sümüklü oğullarından en küçüğü olan; “Sultan” dediğimiz küçük kardeş olduğunu öğrendim. Biz ona “Sultan” derdik; çünkü sünnet kıyafetinin peleriniyle dolaşırdı ortalıkta. Belki 15 senedir görmedim ben Sultan’ı; hatta çok daha fazla. O sümüklü elleriyle kafama çaktığı mermerin acısını hâlâ romatizma gibi içimde, havâle artığı gibi de düşüncelerimde hissederim. Sokak kedilerini besleyen Mari Teyze’den aldığım bu haber neticesiyle hissettiğim bu yadırgama; yâni şiddete, ölüme, yok oluşa karşı ürettiğim tepkinin birkaç küfür ve birkaç bedduadan ibaret olacak şekilde kalması yazacak çok şey bırakmadı bana… Bence biz, tür olarak yok olmuşuz; ama haberimiz yok. Sultan’la gelen haber, aslında türümüzün yok oluşunun haberiydi sanırım.
Başka şeylerden ileride bahsedeceğim yine; nasıl olsa hayat hepimiz için devam ediyor. O kredi kartı borçları ödenecek, evet; fakat önce bir yüreğimi soğutmam lâzım! Bu hissiyattan mütevellit demem odur ki; yahu biz ne biçimiz ulan? Ne hâldeyiz? Kendimizi de, beşeriyet diye tanımladığımız o yüce ülkülerin temel taşlarının nereye gömüldüğünü de unuttuk orası belli de, üstüne şöyle bir düşünelim; eee biz bildik bileli de bu hâldeyiz. Bağırsak deşmekten, kan görmekten, öldürmekten, yok etmekten, tüketmekten Roma İmparatorlarına yakıştırılan debdebeli sosyopatlık belirtilerini geçen ölçüde bir zevk alıyoruz. Bu eylemlerimizden zevk almak, gerekli görmek hatta temel ihtiyaç olarak tanımlamak ister doğru, ister yanlış, ister ahlâkî, isterse içgüdüsel bir gerekçe olsun… Fakat türümüzün yaşam döngüsünün neden olduğu kayıpların insan zekâsı tarafından kabul edilebilir bulunacak, hatta sınırlı kapasiteye sahip bir algı tarafından bile erdemle ilişkilendirilebilecek bir nedeni dahi yok. İstediğimiz kadar şiddeti işaretleyen gen haritaları çıkaralım; Büyük Atlas’ın sınırlarını belirleyen bıçak izi değişecek diye, bize kâğıt üreten matbaayı yakmamızın bir izâhı yok.