Genç Arkeolog perdeyi araladı; gözleriyle karanlığı delmek istercesine, pansiyonla kazı alanı arasındaki mesafede bir görüş tüneli açmak arzusuyla dosdoğru ötelere bakındı. Yıldızların ışıkları kazı alanındaki tümseklere düşüyordu. Serin bir geceydi. Kaç günden beridir düşlerinde işittiği uğultu şimdi, bu gecede, kendisi uyanıkken, ama belki de kendisi hâlâ rüyadaydı, dışarıdan içeriye sızmaktaydı. Pencerenin çerçevesince kısıtlandığı kuruntusuna kapılarak pencere kolunu sımsıkı kavradı. Tedirginlik geldi çöktü. Parmakları gevşiyordu. Kulak kabartarak sanki uğultunun frekanslarını gecenin diğer seslerinin dalgalarından ayırabilecekmiş gibi dikkat kesildi. Bedeni gitgide gerginleşiyordu. Ama hemen fark etti ki düşüncelerindeki gerilimleri bedenine yansıtmaktadır. Gerdanında ıslaklık hissetti. Bilim ve hurafeyi kazı alanında aynı sofraya oturan iki kız kardeşe benzetip duruyordu. Parmakları gevşemekten vazgeçince pencerenin kolunu çevirdi. Artık engel kalmamıştı. Perde yoktu, cam yoktu ve çerçevenin kısıtlayıcılığı az öncede kalmıştı. Serinlik yüzüne çarpıyordu. Uğultu gitgide yoğunlaşırken, gözlerinin önündeki kazı alanı her geçen dakikada daha fazla belirginleşirken Genç Arkeolog çıplak ayaklarıyla toprağa atladı. Topuklarının toprağa değdiği andaki ürpertisi zayıf bir titreyişe dönüşünce sağ elini göğsüne bastırdı. Kazı alanına doğru yürüyordu. Geri dönerek pansiyondaki odasına sığınmayı korkaklıkla bir tutunca yürüyüşünü hızlandırdı. Kazı alanına vardı, çevresine göz gezdirdi, başını çevirip tek katlı pansiyon binasının bütün pencerelerini yokladı. Işıksız çerçeveler uykudaydı. Şu hâlde bütün kısıtlamalar da kendisinin kuruntusuydu.
Seni Seviyorum Koca Kurt!
Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Paylaş
Naver