Nicedir gönlündeki sıkıntı yüzünden bir yere sığmaz olmuştu. Aklında Muhammed’den başka bir şey yoktu ama hayalinden bile kaçıp duruyordu. Tıp fakültesinin bahçesinde ilk tanıştıkları ânı hatırlıyor, mahcup oluyor, yanakları kızarıyordu. Hem de bu yaşta… Nasıl utanmasın ki, herkesin üstad dediği bu çocuğa kendini Süreyya diye tanıttığında, o dönüp “Peri” demişti. “Hem ne yıldızı, ay gibi parlıyorsun,” diye ekleyerek… İşte bunu anımsadığında al al oluyordu Süreyya’nın yanakları. Gerçi yüzü buruş buruştu, çok zaman geçmişti üstünden. Çok zaman…
Muhammed’in onu sevdiği kadar Süreyya da bu delikanlıya gönlünü kaptırmıştı. Sevmişti ama ne çâre! İnsan kendi canı pahasına sever ama ya maşuğunun canı pahasına sever mi? İşte bütün ömrünün en çetin suali buydu Süreyya’nın. Muhammed’in canı pahasına sevmek…