Başlıktaki ifâde, malûmunuz, “bayrak şairi” nâmıyla anılan ünlü edibimiz Arif Nihat Asya’ya âit. Ve o muhteşem şiirinin devamında şair şöyle akar gider yüreklere, usul usul ama hücre hücre: “Yurda Ay Yıldızın ışığı yeter.”
Üç ya da dört yaşlarındaymışım. Babama, ‘bana bir şiir öğret’ diye yalvarmakta ya da tam tersi; kendisi bana, benim de kendi oğluma yaptığım gibi, edebiyata, şiire, yazıya, kitaba âşinalık kazandırmak adına ve en azından kulaklarıma, bilinçaltımın sarsılmaz şifre dağlarına nüfuz etmek amacıyla şiirler, öyküler, kıssalar ve masallar öğretmeye çalışmaktaymış.
“Ey mavi göklerin, beyaz ve kızıl süsü…” diye başlayıp, su gibi devam eden o harikulâde söz demetini ezberletmeye çalışıyor, her dizeyi önce kendisi söyleyip sonra bana tekrar ettiriyorken, sıra başlıktaki dizeye gelmiş:
“Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar ?”
Ben sözleri tekrar edeceğim diye beklerken, babam, üç dört yaşlarındaki oğlundan gelen ilginç cevapla hayretler içinde kalmış:
“Ay Dede çıkar babacığım…”
Öyle ya, sabah olmaz, günler de doğmazsa ay dede çıkar, bu kadar basit.
Çok sonraları öğrendi, ruhum ve benliğim. O ay dedenin, o bir hilâlin uğruna ne güneşlerin battığını. Ne ocakların sönüp, ne çocukların yetim, ne körpe gelinlerin eşsiz, ne anaların ve de ne babaların evlâtsız kaldığını.
Üzerinden çok yıllar geçti ve biz, o uzun zamanlar boyunca hep ve de hâlâ bıkıp usanmadan Türk’ün türkülerini okuduk, dinledik. Budapeşte’de buluştuk babamla ve Arif Nihat Hoca’yla. Tuna yandı, ben ağladım. Aral dedik, Musul dedik, anlat usul usul dedik, Tuna yandı, ben ağladım…