Evvelâ bir konuda anlaşalım sayın sebat sahibi ve dergi geleneğine vefâlı okur; bendeniz Banu, edebiyat mahallesinde pencereye çıktım, elimde çekirdek, çıtır çıtır gelen geçen yazarına, yayıncısına, editörüne, redaktörüne laf atmak, aklımıza esen, dikkatimizi celp eden kitaplar hakkında lafazanlık yapmak gibi gailelerle burada bulunmaktayım. Öyle, aman efendim benim eleştiri/inceleme yazılarım olmasa edebiyat dünyası perperişan olur, dediğime biat etmeyip kendi bildiğini yapan okuruydu, yazarıydı dizlerini döverek telef olur gibi edâlar içerisinde değiliz. Çok ricâ edeceğim benden öyle büyük büyük alt metinler eşliğinde yazılmış yazılar bekleyip omuzlarıma yük yüklemeyiniz. Köşe ismimden de anlaşılacağı üzere, yüksek seviyede ‘cadılık’ sıfatı taşırım ve her an çıngar çıkarma potansiyeline sahibim. Yıpratmayın beni.
Bu kallavi bilgi birikimine sahip abilerin/ablaların arasında kendimi konumlandırdığım yer; yıllarca iyi metinler okuyup şimdi, avucunda çekirdeğiyle, paşa gönlü her neyi çeker ise o mevzuda bıdı bıdı yapan ‘mahallenin Sıdıka’sıdır. Kek yapın, kısır yapın, tavşankanı çaylar demleyin, ince belli bardaklarımızda şekerimizi şıkır şıkır karıştırırken damağımızı şaklata şaklata ağız tadıyla okuduğumuz metinleri konuşalım. Kendime ‘Sıdıka’ dedim ama eğer haz ediyor iseniz beni görümceniz, eltiniz, amcanızın geveze kızı, köşe kahvenin tepsi çeviren çırağı gibi de görebilirsiniz ve envaîçeşit edebî dedikodu yapar, belki yeni yazarlar/romanlar keşfeder, belki okuduklarımızı beraber hazmeder ve çokça kıkır kıkır güleriz. Olur, yâni ben olurum o addetmek istediklerinizi. Yeter ki toplanıp toplanıp yamacıma gelin de şimdi bana kıymet verip dergilerinde bu köşeyi ayıran saygıdeğer abiler/ablalar gün olup bana evin beslemesi muamelesi çekmesinler. Penceremiz dört mevsim açık kalsın.
Bu kendimi konumlandırma girizgâhı kâfidir. Gelelim bu ay ki mahalle sâkinimiz “Aeden” kitabına. “Aeden” yazılıyor “eden” okunuyor. Yazarı Azra Kohen’i, yaşamın mucizelerini söyler kişi olarak niteleyip sonra da kitabı “aden” diye okumayın çok ricâ edeceğim. Bilin bunları bizahmet J
Bazı yazarlar maalesef ki ansızın popüler kültür garabetinde buluyor kendini. Bu garabette büyükçe bir “aslansın sen, kaplansın sen”ci gürûh var. Bu gürûh bir anda etrafını kuşatıyor garibim yazarın ve ekseriyetle ne dediğini bile anlamadan omuzlarına alıveriyorlar. Günümüz kangreni hâline gelmiş ‘sezonluk ilgi alâka’ları ile omuzlarını hizmete sunuveriyorlar. Söz konusu yazar, önemsediği konuyu mesel edinerek sesini duyurmak niyetiyle kalem kıpırdatmış bir yazar olsa dahi, daha ‘leb’ diyemeden kendini omuzlarda buluveriyor. “Yahu ben falancayı anlatacaktım, filancaya parmak basacaktım” dese de, artık bu fason okur kitlesinden mütevellit, dediklerini hakikaten dinleyecek, önemseyip üzerine düşünecek, geliştirip fikir yürütebilecek hakiki hedef kitleye ulaşamaz, sesini duyuramaz oluyor. Omuzcu gürûh çemberinin epey geniş olması sebebiyle hakikî okur mecbur geriden geriye burun büküyor tüm dışlanmışlığıyla. “Hangi yazar ister ki bu garip durumu” demeyiniz. Meselâ ticaret erbabı olmuş yazarlar isteyebilir. Neticede o çorba, o evde kaynayacak değil mi? Meselâ ben o yazarların çorbasına tuz dahi eklememeye itina gösteren bir okur olmaya çalıştım hep. Bana neymiş efendim? Neden edebiyatı omuz edebiyatı hâline getirenlerden olacakmışım? Ben o günaha giremem.