Ne kadar sıcak bir gün…
İç ısıtan değil basan, boğan, yoran bir sıcak. Yavuz, win 95 işletim sistemli bilgisayarından izlediği, bin bir zorluklarla temin ettiği Rudolf Nureyev’in videosunu kapattı. Babasının eve gelmesi yakındı. Rudolf dans etmiyor, hava akımı ile sevişiyor, ışıklarla büyüyor, rond de jambe bile ayaklarında şiirselleşiyordu. Yavuz için bale tutkudan da öteydi, hayatıydı demek zor, çünkü hayatı kendisinin değildi. Ancak o, hayatı olması için uğraşıyor, gizlice dersler izliyor, gösterileri takip ediyordu. Yaz tatili olduğu için özgürlüğünü, sevdası olan bale ile kısıtlıyordu. Hayır kısıtlamıyor, daha da özgürleşiyordu. Haftalıklarını bile sezon açılışı sonrası şehir ve devlet tiyatrosundaki programlar için biriktiriyordu. Bu dünyada en özgür neydi, kimdi? Diyardan diyara göç eden turnalar, yurdu belirsiz bulutlar, düdenlere gömülen sular? İşte Yavuz hepsinden daha hürdü, hepsinden. Peki ne zamana kadar? Ne kadar sürecekti bu hayal, ne kadar?
Şehir tiyatrosundaki program değişikliği sayesinde keşfetmişti baleyi. O gün, idarecilerin faaliyet, öğretmenlerin bazısının, öğrencilerin hepsinin dersten kurtuluş olsun diye gittikleri şehir tiyatrosunda akış, bir aksilik sebebiyle değişmiş, koltuklara yerleştikten sonra yapılan “Değerli sanatseverler, teknik bir aksaklık sebebiyle programda oluşan değişiklik için özür dileriz. Sizleri Fındıkkıran Balesi ile baş başa bırakıyoruz” anonsu bale hakkında tayttan başka bilgisi olmayanların başlattığı “aaaaa” tepkisinin bütün salona yayılmasına sebep olmuştu. Aslında öğrenciler için program değişikliğinin, nereye gidildiğinin pek bir önemi yoktu. 2x+5=25 ise x kaçtır? Sıra üzerinde geçen kırk dakikanın içinde kalmış, daha küçükler içinse Ali’nin, Emel’in, Işık’ın maceralarının yerini kendilerininki almaya başlamıştı artık, Yavuz da fasulye saymayacaktı o gün. Ama taytın sıktığı toplumun kafası “aaaaa” fıslamasına, fısılayıp sıkılmanın patlamasına sebep olmuştu işte.