11. Kayıt
Yine nisan yağmurunda ıslanacağım. Yine sensiz bulutlarla dertleşeceğim.
Açılan son çağ Yakın Çağ’dı tarihte. 1789’dan beri çağ açıp çağ kapatmak için uygun “dönem” adı bir türlü konulamadı. Esasen tarihçiler soyut mânâda çağların kapandığını/açıldığını söylemek için, biliyorsunuz, bütün dünyayı derinden etkileyecek bir olay belirlemeye çalışırlar.
“Fransız İhtilali’nden bu yana hiç mi bir şey olmadı?” dediğinizi duyar gibiyim. Oldu, elbette oldu da çok fazla oldu: I. Dünya Savaşı, 1929 Ekonomik Krizi, II. Dünya Savaşı, nükleer silahlar, uzaya araştırmaları, bilgisayar ve internet kullanımı, Sovyetlerin dağılması, yapay zekâ modellemeleri ve etkileşimli aygıtlar…
Çağ kapatıp/açmanın belirlenebileceği, daha aklıma gelmeyen, birçok olay oldu ama tarihçiler, bu bolluk içerisinde, biri diğerini çağrıştıran, biri diğerinden çok da bağımsız olmayan ve çok hızlı bir süreçte cereyan eden onlarca olayın içerisinden bir tanesini seçemediler. Çünkü biri diğerinin ya sebebi ya sonucuydu ve her şey çok hızlı bir biçimde oldu ve bitti.
Tarihçiler yıllardır süren ıstıraptan artık kurtulacaktır diye düşünmekteyim. Yepyeni çağımızın adı “Korona Çağı” veya “Yarasa Çağı” olacak. Siyasî, sosyal, askerî, kültürel, ekonomik, bilimsel, sportif kaynaklı bir sebep değil ama siyasî, sosyal, askerî, kültürel, ekonomik, bilimsel, sportif birçok sonucu olacak bu virüsün. İşin ilginç yanı hızına akıl erdiremediğimiz bir yaşam vaat eden gelişmelerin tam ortasında, hayatı yavaşlatan bir virüsün veya canlının adı bu çağa layık görülecektir.
***
An oluyor, insanın her duyduğuna inanası, her gördüğünden yüz çeviresi geliyor. Toplumun ileri zekâlılarının küçük ve mutsuz bir azınlık olduklarını var sayarsak, hepimiz ortalama zekânın, çaba ile maksimum düzeylerine ulaşmış kişileriyiz en iyi ihtimalle. Zekâlarımız kadar duygularımız da ortak gibime geliyor.
Herhangi bir günde yüzümüzde maske, elimizde eldiven sokakta, çarşıda dolaşacak olsak insanlar hakkımızda “hasta” diye düşünür; biz ise insanların bakışlarından rahatsız oluruz. Uçarı bir ceket pantolon giymekle normal bir günde maske eldivenle dolaşmak aşağı yukarı aynı tepkiyi yaratır. Biz, kişioğulları “El ile gelen düğün bayram!” söyleminin en bilinçli savunucularıyız.
Fareli köyün fareleri gibiyiz. Diyorum ya, kim ne söylese inanacak raddeye geliyoruz. Sırtında abası, elinde kavalıyla bir çoban bekliyoruz. İstisnalarımız, aykırılarımız üstüne alınmasın.
***
Son günlerde biraz tez canlıyım. Bugünün işini yarına bırakmıyorum, o safhayı çoktan geçtim de bugünün işini dünden halleder duruma geldim. Zamanın ne kadar değerli olduğunu zamanın bu kadar bol olduğu bir dönemde kavramam pek de mümkün değil kanımca çünkü bir şeyin değerini belirleyen temel ölçüt değeri belirlenecek şeyin ortamda ne kadar olduğudur. Bugünlerde zamanımızı bol keseden harcıyoruz ama değerini anladığımız başka şeyler ortaya çıkacak.
Belki de yaşama umuduyla alakalıdır bu tez canlılığım.
10. Kayıt
Sensiz can verirken, son nefesimde, bir yudum su vermeye gelemez misin?
Yarın 4 Nisan ve aslında yakılacak bütün ağıtlar yakıldı, dizilecek bütün övgüler dizildi. Bize çok fazla söz kalmadı söylenecek. Bir söz hariç:
“Özledik…”
***
Hanımla Kazakistan’dan konuşurken içerideki televizyondan İtalya’nın Avrupa Birliği bayrağını fırlatıp bir kenara attığına dair bir haber işittim. Aklıma da haliyle üniversite yıllarında İslamcıların, güya özgürlüklerin önünü açmak adına Avrupa Birliği’ni savunmaları geldi.
Biz AB’nin dağılacağını, dağılmaya mahkum olduğunu söylerken karşımızdakilerin “Bu kadar rasyonel bir oluşumun dağılmasını düşünmek bağnazcadır. At gözlüklerinizi çıkarın, dünya küçülüyor, sınırlar kalkacak,” ağırlığında sözlerine muhatap oluyorduk. Biz fettoş-un devletin başına bela olacağını bildiğimiz gibi AB’nin dağılacağını da bildik ama AB’nin bir virüs yüzünden dağılmasını tahmin edemezdik.
Milliyetçilik, yurtseverlik bunlar tarihin en eski şehir devletleri, köy yerleşimleri ve hatta klan oluşumlarından beri var olagelen doğal duygudur arkadaşlar. Sınırları kaldırıp dünya halklarıyla kucaklaşma projenizi gerçekleştirmek için kendi kapitalist zihniyetinizi yenmeniz; Müslüman kardeşlerle aynı masa etrafında oturmanız için ise kendi mezhep anlayışınızdan tavizler vermeniz gerekir. Maalesef siz ikisini de yapamazsınız ama düşmanı olduğunuz “Türk” kavramı her zaman ve her yerde kendi milletini ve vatanını sevecek ve korumaya özen gösterecektir.
***
Romanda yapılacak değişiklikleri bitirmek üzereyim ama önce Mayıs ayının yazısını yazıp göndermek istiyorum.
***
Bugün AyarZıs Dergi kargo ile de geldi. Kapağı iyice inceledim, kirli beyazdan griye, griden siyaha bir huzursuzluğun içerisinde tek bir renk var ruhunuzu acıtan, kırmızı! Yaşama umudunun rengi bana göre her zaman gök mavisidir ama bu korona günlerinde yaşama umudunun renginin “kırmızı” olarak değiştirilmesini teklif ediyorum!
Mustafa kardeşim, 41.kayıtta bahsi geçen “Cinayet Süsü” filmini bir kaç gün önce ben de izledim. Genel olarak beğendim ama eğer eleştiri yazsa idim senin takıldığın yerlerin aynısını dile getirirdim.
Kayıtların 81’i bulur mu, ne dersin?
Esas sorun kayıtların 81’i bulması değil; esas sorun 82 ve sonrası zira hâlâ karar veremedim:
82 Kerkük mü; 82 Musul mu?
)))