80 İhtilali’nin geride kaldığı, fakat süngü gölgelerinin henüz üzerimizde olduğu yıllarda Galip Erdem Ağabey, enfes bir köşe yazısı kaleme alır. Yazının başlığı oldukça ilgi çekicidir: “Beşiktaş Nasıl Kurtulur?” Galip Ağabey, yazıda o dönemde zor günler geçiren Beşiktaş’ın durumu üzerinden Türk milliyetçilerinin geleceği ve yaşadığı sorunların aşılması için neler yapılması gerektiğini tartışır. Kısa süre sonra 12 Eylül cuntacıları, milletin vicdanında mahkûm olur. Hatta Beşiktaş kurtulur. Kurtulur kurtulmasına da, Beşiktaş’ı şampiyonlar ligi takımı yapacak kadro büyük travma yaşamıştır bir kere. Zaman zaman ligde şampiyonluğa yaklaştıysa da şampiyonlar liginde büyük iddia sahibi olamadı. Oysa Türk milliyetçiliği, şampiyonlar ligi milliyetçiliğiydi. Beşiktaşlıların kaçırdığı mühim bir mevzu vardı. O da soğuk savaşın sona ermiş olduğu gerçeğiydi!
Aslında hikâye şöyle gerçekleşmişti:
SSCB’nin dağılması üzerine soğuk savaşın sona ermesi, çift kutuplu dünyanın da sonu oldu. Batı liberalizminin, sosyalizm karşısında mutlak zaferi olarak algılanan bu yeni durum, ABD’li siyaset bilimci Francis Fukuyama tarafından oldukça iddialı bir yaklaşımla “tarihin sonu” teziyle ifâde edildi. Batı liberalizmine alternatif olduğu düşünülen sistemlerin büsbütün tükendiğini ve Batı düşüncesinin küresel bir dünya sistemi hâline geldiği tezini savunan Fukuyama’ya göre yeni dünya sisteminde ideolojilerin, liberalizm karşısında artık hiçbir şansı yoktu. Samuel Huntington bunu bir adım daha ileri götürerek, yeni dünya düzeninde beşeriyet arasındaki bölünmelerin ideoloji ve ekonomi üzerinden değil medeniyet farklılıkları üzerinden yaşanacağı tezini geliştirdi. Buna göre “medeniyetlerin çatışması” global politikaya hâkim olacak, medeniyetler arasındaki fay hatları, geleceğin muharebe hatlarını teşkil edecekti.
Birbiriyle içerik açısından çelişen bu iki tez, küresel bir imparatorluk olma iddiası taşıyan ABD için hem gelecek dönem vizyonunun teorik zeminini, hem de yeni dünya düzeninin fikrî, entelektüel zeminini oluşturacaktı. 90’lı yıllar küreselleşme, yeni dalga milliyetçilik hareketleri, çok kutupluluk tartışmalarını da beraberinde getirdi. 2000’li yıllar ise ABD’nin Afganistan ve Irak’a müdahalesiyle hegemon güç olma iddiasını perçinlediği bir sürecin başlangıcı oldu. Hatta İran’ın geliştirdiği nükleer programa ilişkin uluslararası tartışmalar, Avrasya’daki renkli devrimler, Arap Baharı, Ukrayna ve Suriye krizleri “yeni soğuk savaş” sürecinin başlangıç emareleri olarak yorumlandı.