Odaya girer girmez önümden kocaman bir insan vücudunun yere sürtünerek uçup karşıda duran öğrenci dolaplarına çarptığını gördüm. Dehşete kapılıp ne yapacağımı bilemez hâlde sağıma soluma bakındım. Gerisin geri gitmem gerektiğini düşündüm bir an ama kapı ağzındaki ranzanın demirinden tutunmuşken beni bir kolun tuttuğunu ve çektiğini fark ettim:
“Şşşş! Gel! Otur!”
“N’oluyo’ ya?”
“Mustafaaa! Tınış bol! Kel! Otır!” Onunla bu odada bu hengâmede tanışmıştık. Diken gibi saçlarının örttüğü alnını sınırlayan kalın fakat ayrı kaşlarının altında soluk bakan koyu kahve bir çift çekik gözün ortasından uzanan düz belki de hafif kemerli denebilecek bir burun ve çıkık elmacık kemiğini tamamlayan “Tarkan” bıyıklarıyla bir Uygur beyefendisiydi Ekrem.