Uzmanlar diyor ki şu yaşadığımız dönemde, ortalama bir Türk vatandaşı, ana dili olan Türkçeyi sadece ve sadece yaklaşık üç yüz kelime kullanarak konuşuyor. Türkçe dediğimiz bu dil öyle bir dil ki, gelmiş geçmiş, yaşayan ya da kaybolmuş diller içerisinde en eskilerinden, en geniş coğrafyaya dağılmış olanlarından ve çeşitli ağız ve lehçeleriyle en fazla farklı kültürel unsur ile iç içe geçmiş olanlarından. Biz ne yapıyormuşuz peki şu anda? Üç yüz kelime… “O ha diycem şimdi yaani!”
Okumakta olduğunuz bu yazımda bu durumu eleştirecek değilim. Kim bilir belki de doğru olanı, bu “minimalist dil operatörlüğü”dür. Size, efsânevî bir ismin enfes sözlerden oluşan bir türküsünden, sonra da bu isimden söz edeceğim dilim döndüğünce. “O ha beee, kadın bildiğin duvar aağğbiii, ben de mortingen şıtrause yaanii” demek yerine “kirpiğin kaşına değdiği zaman, bekletme sevdiğim vur beni” diyen adamdan ve türküsünden yani. “Büyük ürkünç” değil mi? “Kal geldi” size de değil mi? Neyse…
Üstad Davut Sulari’nin bu muhteşem eserini ne zaman dinlesem, ne zaman çalıp okumaya çalışsam hep böyle garip duygu ve düşüncelere kapılırım. Müzikal alt yapısı ve harikulâde sözleri ile çok başkadır yeri, naçizane gönül dergâhımda. Bakın ne diyor, Sulari Baba’nın bu yürek burkan türküsü:
Kirpiğin kaşına değdiği zaman,
Bekletme sevdiğim vur beni, beni.
Sevdanın şafağı söktüğü zaman,
Diyardan diyara sür beni, beni.