Biz görmedik ama öğrenince hayrete düştük, hem de dehşetle…
“Dağılmayan yıkılmayan yer yok,
Yavrular süngü ucunda…”
Sorularımız bin yıllarca yurt tuttuğumuz diyarların esintisiydi…
“Neden benim kulağımda dünügün
Baykuşların gürültüsü çınılar?
Neden benim varlığımda her oyun
Ve her gülüş ağu serper od koyar?”
Aramaya başladık hatıralarımızı emanet ettiklerimizi, en sevdiklerimizi gönlümüzün yıkıntılarında…
“Gönlüm gibi yıkık evler, kışlaklar
Baykuşlara viran göğsün mü açmış?
Ata-ana, tanış-görüş, ortaklar
Yurdu koyup dağa taşa mı kaçmış?”
Aradık, aradık… Yıkık gönlümüzde bir yer! Bir umut! Bulamamak düşüncesi bulamamaktan daha kötüydü oysaki…
“Şu ahvalde bir ülkede yanmayan
Yıkılmayan dağılmayan yer yok mu?
Bir göz yok mu kanlı yaşlar damlayan
Tüm gönüller umutsuz mu, kırık mı?”
Bozkırın tozu toprağı kanla bir bataklık olmuştu şimdi…
“Sürülerin yaylasında çakallar
Kana doyar ulurlar mı toplaşıp?
Od mu atar şeytanlarla alkızlar
Örenlerden ganimetler toplayıp?”
Zafer de Yaradan’dan, hezimet de Yaradan’dan! Bize yük olan sözlenmemiş sözcükleri hâlbuki…
“Tabiatın her yanının yamanı
Bu ülkede bir tek cilve kıldı mı?
Müminlerin ak vicdanı imanı
Bir mum gibi boğuldu mu öldü mü?”
Biz tırnağına taş değse ayağa kaldırırdık dünyayı; onlar oluk oluk kanına ekmek bandı al kınalı bebelerin…
“Kılıç ağzı, dillerinde kızıl kan
Bulakların suyu gibi taştı mı?
Bir tek çocuk, bir tek yavru-masum can
Süngülerin başlarından aştı mı?”
Cinayete “medeniyet” dediler; kendilerine medeni…
“Gen yaylaya od mu düştü yandı mı?
‘medeniyet’ arzusuna kandı mı?”
Çolpan ulu bozkırda, Anadolu’daki kardeşleri için, şehir şehir, köy köy, oba oba, ev ev yardım toplamaya çıktığında hiçbirimiz yaşamıyorduk. Çolpan, Mağcan, Nutuşev ve diğerleri, Sibirya’da taş ocaklarında ezilip, zindanlarda kurşuna dizilirken Türkistan Türklerinin son nefesini Anadolu’nun yaşaması için veriyordu. Çolpan’sa o gün bu gündür bizi ürperten bir şarkıda yaşar:
“Birliğimizin depreşmez dağı,
Umudumuzun sönmez çerağı.
Birleş ey halkım, gelmiştir çağı!
Bezensin şimdi Türkistan bağı!
Diren halkım yeter bunca cevr-ü cefalar!”
(Çeviri ve metin Mustafa Ulusoy)
Abdülhamit Süleyman Çolpan (1897-1938)
1897 yılında Türkistan’ın Fergana vilayetine bağlı olan Andican kentinde doğdu. Gerçek adı Abdülhamit Süleyman’dır. Çolpan (Tan Yıldızı) onun takma adıdır.
Cedit Dönemi’nin en önemli şairlerinden olan Çolpan, 1917-1920 yılları arasında ilk eserlerini vermiş, 1920-1926 yılları arasında ise Oyganış (Taşkent 1922), Bulaklar (Taşkent 1924) ve Tan Sırları (Taşkent 1926) adlı eserlerini yayınlamıştır. Bu eserlerinde yer alan toplam 119 şiir millî sembolizmin eşsiz örnekleridir. Çolpan şiirlerinde, millî meseleler yanında sosyal buhranları da işlemiştir.
Şiirleri yüzünden sekiz defa tutuklanan Çolpan, Stalin devrinde, 1937’de, Taşkent’te yapılan bir yazarlar toplantısında “komünizme ihanet etmekle” suçlanmıştır. Kendisine yönelik suçlamaları “Siz beni üç gün içinde ıslah edemezsiniz” diyerek cevaplayan Çolpan bu olaydan sonra, halk düşmanı ve milliyetçi olmakla suçlanarak tutuklanmış ve “Aydınları Temizleme” hareketleri esnasında, 1938’de, kurşuna dizilmiştir.