Çanakkale… Bir şanlı hâtırâ… Çanakkale… Ölümün şecaate selâm durduğu yer… Davud’un Golyat’ı devirdiği yer Çanakkale… Çanakkale, “Medeniyet denilen canavarın” teki hariç tüm dişlerinin söküldüğü yer… Çanakkale, büyük bir milletin târihin yüklediği ağır sorumluluğu yedisinden yetmişine bütün fertleriyle omuzladığı bir ölüm kalım savaşının kazanıldığı yer… İhtişamlı bir mâzinin son destânının şühedâ kanıyla yazıldığı yer Çanakkale. Çanakkale bayrağın yere düşmediği, Âkif’in deyimiyle “En kesif orduların dördü beşi”nin Türk’ün demir yumruğuyla tanıştığı yer…
Kaynar bir kazanı andıran ve üst üste olağandışı olayların birisinin sindirilemeden diğerinin başladığı yıllar… Bir Sırp fanatiğin namlusundan çıkan kurşun bütün azgın iştihâların kılıçlarını bilemesine neden oldu. Türkiye canını kurtarmanın derdinde. Müttefiklik talep edilen tüm kapılar sertçe hatta biraz da aşağılarcasına kapanıyor, çâresizlik içindeki gergin suratlara. Balkan Savaşı’nın utancı milleti henüz terk etmemişken, 600 yıllık kadim devlet askerlerinin parasını dahi ödeyemezken, şimdi bir de düvel-i muazzama tarafından yutulma tehlikesi var.
Bu hengâmenin, bu koşuşturmanın içinde nasıl oluyorsa Alman Kayser’i kurmaylarının şiddetle karşı çıkmalarına rağmen “Türkleri reddedemem” deyiveriyor. Vatanın kaderini elinde tutan genç Türkler Almanların denize düşünce sarılmak zorunda kalınan bir yılan olduğunun farkındalar. Alman yardımı devlete biraz olsun nefes aldırıyor. İlk etapta 5 milyon altın ve yüz vagon askerî teçhîzat Osmanlı hükûmetine teslim ediliyor. Harbiye Nâzırı çelik iradeli Enver Paşa’nın bir senedir orduyu gençleştirme çabaları sonuç vermişe benziyor. Genç subayların komutasındaki bu ordu daha sonraları bize bu kutlu vatanı miras bırakarak kutlu pâyelere yürüyecek. Osmanlı Devleti Almanları olabildiğince oyalayıp ordusunu tahkim etmeyi düşünüyor; ama bu çok gerçekçi bir plan değil. Zira Avrupa’nın en iyi ordularından biri olmalarına rağmen Almanlar Orta Avrupa’da fena hâlde çuvallamış durumdalar. Plânları Fransızları bir çırpıda tuş edip Moskof ayısıyla güreşmekti. Ancak dikkate dahi almadıkları Belçika’yı bile geçmekte zorlandılar. Kayıp beklenilenin çok üzerinde. Diğer tarafta ise Rusların bitmek tükenmek bilmeyen insan kaynaklarıyla baş etmeye çalışıyorlar. Bu noktada Türkler bu amansız düşmanı onlardan uzaklaştırma görevini îfâ edebilirler. Ne var ki Türk hükûmeti buna pek de istekli görünmüyor. Ancak Almanlar Türk hükûmetini köşeye sıkıştıran son kozlarını oynuyorlar. Bir an evvel savaşa girilmezse bir Alman-Rus barışı imzalanabilir. Bu, Osmanlı Devleti’nin yok olması anlamına geliyor. Denize düştüğümüzde sarıldığımız yılan tehditkâr bir şekilde tıslıyor. Almanların Ruslara önerebileceği barışma hediyesi bizim tam da kalbimizin attığı yere tekâbül ediyor: İstanbul.