“Son yıllarda Zweig’ın umutsuzluğunu daha iyi anlar oldum. Onu intihara sürükleyen, ülkesinden, dilinden uzaklaşması değildi. Faşizmin, bir yandan toplumla birlikte bireyi de kuşatan, diğer yandan bu kuşatmanın bizatihi öznesi olarak toplumsal aklı akamete uğratan akıl tutulmasıydı.
O, Homeros’tan süzülüp gelen, Hegel ve Goethe’yle kıvamını bulmuş Alman düşüncesinin ve estetiğinin, Nazi hoyratlığıyla değersizleştirilmesi karşısında umutsuzluğa kapılmıştı.” Serdar Aysev
***
Üstte mavi gök çökmemişti oysa; altta yağız yer delinmemişti.
Ne insanın insanlığını yitireceği tahammülfersa bir kıtlık yaşamıştık, ne de yıkıcı bir âfet harap etmişti mamur ilimizi.
Aç değil açıkta değildik. Handiyse yediğimiz önümüzde yemediğimiz ardımızdaydı.
Sinsilik ne ara esir aldı bizi?
Fitne ne ara kemirdi ruhlarımızı?
Ne ara husumet tohumları ektik de bu çirkin hasadı toplamak düştü hissemize?
Düşüyoruz…
Ucu bucağı belli olmayan bir yardan aşağı tepe taklak düşüyoruz.
Ne bir uzanacak dost eli kaldı, ne tutacak bir dal…
Düşüyoruz…
Artık, “Tarafımız belli olsun” diyerek İbrahim’e nefes olacak bir damla suyu taşıyan o fedakâr karınca değiliz biz.
Ağzındaki dal parçasıyla Nemrut’un ateşine cürmü kadar vereceği katkıyı hesap eden karakargadan daha kara şimdi kalplerimiz.
Düşüyoruz…
“İlk taşı günahsız olanınız atsın!” denildiğinde en öne günah denizlerinde yüzenlerimiz çıkıyor.