Zamânın geçip gittiğini unutacak kadar zamândır karanlığa gömülmüş ve sırf bu yüzden hâfızamı kaybetmiş olmasam, size, kendime dâir birçok bilgi de verebilirdim elbet. Ne esef! Burası, bir altın sikkeyi bile korkutacak denli siyah; kaskatı, değişmez, üstünde karâr kılınmış gibi. Bir ilkörnek, diyesim geliyor.
Diğer bütün insanlar ve altın sikkeler gibi, bir geçmişim olsun isterdim, îtirâf edeyim. Bu, benim aynı zamânda bir insan da olduğum mânâsına gelir mi? Ben de sâdece bir para olmaktan daha fazlasına sâhip miyimdir dersiniz? Konuşabildiğime göre, belki ağzım da vardır. Altının içine sıkışmış bir hükümdârım ben. Daha doğrusu, hükümdâr suratı. Bir ressamca çizilmiş olmalıyım, sonra bir usta metale nakşetmiştir beni; tıpatıp bana benzeyen, belki de kendim kadar benzeyen hükümdâr bozuntusunun teki, bizzat beni ya da öz kardeşlerimden birini eline almış, gün ışığında şöyle bir çevirmiş, ressamla ustaya ya tehditkâr veyâ sevecen bir bakış fırlatmıştır. Ardından, büyük ihtimâlle eli kirli bir saray yöneticisi ya da tüccar kirletmiştir yüzümü/yüzeyimi ilk kez. Çünkü hükümdârların elleri, neye dokunurlarsa dokunsunlar temiz kalır. Bilemiyorum; hepsi, hatırlanamayacak kadar uzakta artık.