“Hiç bir şeyin değişmesine imkan yok, lüzum da yok.”
Sabahattin Ali
Büyük patladım. Gaz ve toz bulutu da yoktu oysaki. Varoluş gerginliği ya da tam olarak varolamayış kaygısı da. Fakat parçacıkları hissedebiliyordum, parçaların tesirini de. Parça tesirli patladım. Kısmen yıkım.
Herkesin eline iliştirilen hayat, bana da verilmişti. Tam olarak bununla ne yapmam gerektiğini anlamam içinse uzunca bir süre düşündüm. Malum “Rica etsem bir de kulak arkası alabilir miyim?” diyecek hâl yoktu. İtinayla yaşamak gerekti yani. Zorunlu durumlar dışında insandan uzak durursam fena bir yaşamım olmayacaktı sanki. Samuel Beckett dememiş miydi? “İnsanın yanılgısı başkalarıyla konuşmak oluyor.” diye. Yâni altın kural bu gibiydi. Yaşamımız: İnsanların içinde insansız hava sahamızı yaratmak olmalıydı demek ki. Hoş! Teori gene pratiğe dökülemedi: Dünya küçük, insan çoktu.