Deliler, meczuplar, garipler, miskinler, mecnunlar ve abdallar… Batı kültürünün toplum dışına ittiği bu şahıslar, Türk medeniyetinin kurucusu olduğu şehirlerin kimliğinde önemli rol oynarlar. Yaratıcıyla perdesiz bu kullar, kentlerin olduğu kadar mahalle kültürünün de mütemmim cüzüdür. Türk illerinde bu özel kullar; “Harâbat ehlini hor görme zâhid, defineye mâlik viraneler var” sırrı mucibince baş tacı edilir. Bu insanlar toplumdan izole edilmek şöyle dursun, imtiyaz sahibidirler. Dileğince konuşma serbestisi, istediği yere vakitsiz girip çıkabilme hürriyeti onların temel hakları arasında yer alır. Belki de bu sebeplerle Avrupa’da meczup bireyler, ruhları şeytan tarafından ele geçirildi gerekçesiyle yakılırken, Türk topraklarında bîmârhânelerde müzikle tedâvî edilip, sülün etiyle beslenirdi.
Türk medeniyeti, dîvâneleri kent hayatının içine çeker. Zira delilere yerel kültürü tamamlayan birer renk gözüyle bakılır. Nitekim dîvânelerimiz rollerini o kadar benimsemiştir ki, şehirleri görünmez sınırlarla aralarında üleşmişlerdir. Bir muhitin kadrolu delileri, o çevrede yaşayanlarca bilinir ve sevilir. Hatta bir meczup kul, bir kaç nesil üzerinde etki eder. Çocuklar önceleri “farklı” gördüğü bu kural tanımaz kullara, taşlamaya varan tazyikle yaklaşsa da, büyüdükçe toplumun algısını kabullenip, sevgi çemberine dâhil olurlar. Babasının ahbabı, sokağının gediklisi delilere saygıda kusur etmezler. Düğünlerin en çok eğlendiren, cenazelerin en mahzunlaştıran isimleri de yine o muhitin delileridir. Davetiyeye ihtiyaç duymadan, her törende bulunmaları varlık sebeplerinin başında gelir.