Saçları açık sarı, gözleri keder mavisi… Bir adı var elbet ama onu size söyleyemem. Bu küçük Anadolu şehrinin bazı dertleri var, tüm küçük şehirler gibi. Adını söyleyemem çünkü o, adı bilinen bir adamın karısı. Kadınların isminin olmamasından, “bilmem kim bey”in karısı olarak anılmalarından hoşlanmıyorum. Yine de onun ismini söyleyemem. Ben ona “Göçmen Kızı” diyorum sende öyle bil.
Saçları açık sarı, gözleri hasrete kesmiş mavi… Diğer önemli adamların karıları gibi sahte değil sarısı. Gözleri nasıl gerçekten maviyse, hayat gibi, deniz gibi, gök gibi; saçlarının sarısı da öyle…
Aslında ben önce bilmem kim beyi tanıdım, Göçmen Kızı’nı sonradan. Bilmem kim beyin karısı olmak için fazla güzeldi. “İnsan bu kadar güzel olur mu?” dedim Cevher’e. Oluyormuş. “Bilmem kim bey bu kadar çirkinken karısı bu kadar güzel olsun, aşk olsun!” dedim. Yakıştıramadı Cevher bunu bana. Bakışlarından anladım. Beni, dış görünüşten ziyade öze bakan biri olmadığım için kınadı gözleriyle. Ama neylersin herkesin kusurları var. Ben de biliyorum tabii, böyle düşünmek yakışıksız ama kadında hem görkemli bir güzellik var hem ruha şifa bir asalet! Ama başka bir şey daha var bilemediğim, adını koyamadığım. Bir tezat var ortada. Bu güzelliğe bu asalet otomatik bir kibir getirmeli. Boynu bükük, başı eğik ihtişamı daha evvel görmüşlüğüm yok. Bilmem kim bey çirkin, fena hâlde sevimsiz, ama karısını seviyor en azından diye teselli buluyorum.
Bu küçük Anadolu şehrinin bazı dertleri var, diğer tüm küçük şehirler gibi. Meselâ bilmem kim beylerin hiç biri yüzük takmaz. “Bunun neresi dert?” dersen, bu bahsi hiç açma derim! O yüzük takılacak! Hakkını yemeyeyim şimdi, Göçmen Kızı’nın kocası hiç değilse yüzük takıyor.