Tak. Tak. Tak. Tak. Tak.
Uzun aralıklarla aynı form ve notada vuruyor kadın parmaklarını önündeki masaya. Yaşam oldukça ağır gelmiş olmalı. Belki de yol uzak geldi. Belki beklediği haber bir türlü gelmedi. Hep bir şeylerin gelecek olması ruhunu daraltandı kim bilir. Belki de bir şeylerin gelmemesi yoldan çıkarmıştı idrakini o da bilmiyordu.
Uzaktan kulağına çalınan bir melodi ile masada duran ve ağzına kadar dolmuş olan kül tablasına takıldı kaldı. Oldu olası küllük demeyi sevmezdi. Kibar insanlara meyli olduğu gibi kelimelerin de kibarlarını seçerdi özenle. Kelimelerin de kulağında kibar bir titreşim yaratmasını isterdi. Kafasını biraz eğdi. Sola doğru. Solaktı. Pek çok açıdan. Ne düşüneceğine karar veremedi bir süre. Öyle de eğdi başını baktı. Pis ve sönük izmaritlere zihninde bir bir rol verdi. Dağınık, siyah külleri de dekorladı. Başını, bakışını hiç değiştirmeden zihnini kaydırdı. Masadaki tak seslerinin yerini çakmağın çak sesi aldı. İkinciyi denedi yine olmadı. Üçüncüde de yanmadı ucuz çakmak. Küfür edip bıraktı sigarayı, kibarca. Bir daha da içmedi. Hesabı ödemeden kalktı. Öyleydi o. Hesabı olmazdı kimseyle. Yorulunca en yakın mekâna girer oturur, bir sigara içer kalkardı. Kimse ne bir şey sorar ne de bir şey sorana cevap verirdi.