“Trend” diyorlar ya hani (o ne demekse!) işte ondan yana epey dertliyim. Adına moda dediğiniz “tek tip insan modeli”ne antipatim var çünkü benim. Markalaştırdığınız o mekânlar ucuzlaşıverir gözümde birden. Merak etmeliyim, keşfetmeliyim, ‘az ayak basılmış’ olmalı gitmek istediğim… O yüzden ben, çayımı kuytuda kalmış sıradan bir çay bahçesinde içmek isterim.
O arabayı dayatmayın bana! Bir metal yığınına itibar yüklediğinizi düşünür, bütün arabalardan da vazgeçiveririm. Evimde huzur olmalı ve bolca muhabbet… Her köşede hâtıralarım olmalı. Fransız güpürlerinden ve İngiliz mobilyalarından önce ben onları görmek isterim! Zorlama o evi almam için! Sen nereden bileceksin? Belki de sıradan bir bahçeye talibimdir… Renklerle kavgam yok ama bu kış bordo modaysa, ben sarılara karışmak isterim. O kıyafeti gözüme sokup durmayın! Dergi sayfalarında boy boy sergilediğiniz ayakkabılar daha denemeden ayağımı sıkar benim!
Allayıp pullayıp sunduğunuz ve standartlaştırdığınız o yakışıklı adamlar ve güzel kadınlar konusunda da sizinle hemfikir değilim. Vücut ölçülerini aldığınız ve bacak boylarını ölçtüğünüz insanların gözlerindeki ışığa, sözlerindeki mânâya kıymet veririm. Kıyafetinden saçına, bakışından gülüşüne kadar modaya batmış(!) ve kendine has hiçbir şey bırakmamış o adamlar ve kadınlar ile vitrinlerdeki eşyaları eş kabul ederim. Benim kabahatim yok; ruhsuz olanı aynîleştiriyor şu zihnim… O yüzdendir ki, bir köydeki yanakları al al kızların ve yüzünde hâlâ mahcubiyet barındıran delikanlıların hepimizden güzel olduğunu düşünürüm. Atıp tutmuyorum bol keseden, merak etmeyin. Yazık ki ben de o al yanaklılardan değim. Sırtıma geçirdiğim moda kırıntısı o esvaplar ve sûretime değen boyalar ile kendimi hangi al yanaklı kızımıza benzeteyim? Kişi kendini bilmeli değil mi, haddini bilmesi için?! Sâdece azgın bir nehrin içinde olduğunu fark edip, arada bir direnenlerdenim. Suyun akışına doğru “Bu çağ da bunu gerektiriyor, ne yapalım azizim?” türünden bir tembellikle gidiverirken, arada bir silkelenip de ters yöne doğru kulaç atmaya çalışıverenlerdenim. Vicdanî bir rahatlama şekli belki de, kim bilir? Ama nihayetinde, aynı suyun içindeyiz işte! O suyun içinden çıkabilmek de, bu çağda hayli zor mesele. Demem o ki, öyle köşelerimize çekilip de herkesten çok başka olduğumuzdan eminmiş gibi ahkâm kesmeyelim. Bizler köşelerimizde otururken, ortalara saçıverdiğimiz egolarımızla acınacak bir mücadelenin seyircisi bile değiliz, bizzat aktörleriyiz.