10 yaşındaki oğlum Buğra ile bir anlaşma yapmıştım: Buğra, üç gün boyunca benim kölem olacaktı ve ben de üç gün sonunda ona 15 lira cash/nakit para verecektim (Buğra her zaman cash çalışır). Bir baba olarak evdeki özsaygımı yeniden kazanmamın makûl ve ahlâkî tek yolu buydu: Para! Gerçi kendimi gerçek bir baba gibi hissetmem yalnızca üç gün sürecekti ama ‘Olsun,’ dedim kendi kendime. Göktürk (Ömer Çakır) gibi dünyada baba olmasına izin verilebilecek son adam bile o şeker kızından baba muamelesi görürken bu duyguyu benim 10 yıldır hiç yaşayamam tam bir skandaldı! Ne pahasına olursa olsun gerçek bir baba duygusunu yaşamalıydım ama bir problem vardı: Yıllardır bir baba saygısı görmediğim için çocuklarıma emretmeyi neredeyse tamamen unutmuştum. Meselâ, “Oğlum şu kapının yanına düşen kalemimi verir misin?” diye yıllardır sormamıştım iki çocuğuma da… Çünkü böyle bir durumda ikisi de “Kim lan bu kendisini gerçekten babamız zanneden adam?” der gibi acayip bir ifâde ile yüzüme bakıyorlardı. O nedenle ilk gün olayı unuttum, geceye doğru birden aklıma geldi, günü boşa geçirdiğimi, 5 liranın boşa gittiğini panikle anlayınca hemen Buğra’ya bağırdım (Türküm, pislik yaparım, suçu hemen karşıdakine atarım).
“Buğra! Hani sen benim kölemdin! B.k veririm ben sana o 15 lirayı!”
“Ya ne mızıkçı babasın sen yaaa! Bir şey istemedin ki!”
‘Ohaaa’ dedim içimden o anda! ‘Gerçek lan bu… Harbi harbi dediğimi yapacak. Gerçekten köle olacak!’
Ama yine de inanamayarak biraz temkinli bir şekilde devam ettim:
“O zaman bir deneme yapalım. Dur bir düşüneyim… Bir kral kölesinden ne ister ki? Hmmm, tamam buldum! Git bana bir bardak soğuk su getir bakayım!”
“Öfff ya baba öfff… Tamam getiriyorum!!!”
“Öfffleyip pöfleme lan pis köle!”