Sulu sepken yüzüme vuruyordu mevsim yokluğunu. Ahmakça fikirlerin altında eziliyordum. Yürüdüm. Yollar bitmeden tükenmeyecekti içimdeki kış ahvali. Oysa kallavi bir ültimatomdu gidişin. Aklımda hep bir Akdeniz kasabası, Eskişehir’in yorgun caddelerinde yürüdüm. Hava beyaza çalarken geceyi, yakalarımı kaldırıp gözlerimi kısarak yoluma devam ettim. Biraz sonra ayak izlerim arttıracaktı tesirini yalnızlığımın. Ah, şu her nesirde bir ahenk arayan gönlüm, kızıl bir gökyüzünden rengârenk bir kemer beklemiyordu oysa.
Beyaz
Başım hüzün avcıları ile belâda. Sürgün yarınların hayalini kuruyorum ağzımdan çıkan buğuyla. Kaç gölgenin ırzına geçiyorum? Kaç kilometre karanlığa hüküm sürüyor bu sessiz, düşkün, hurafe kimsesizliğim? Titrek bir mücrim gibi dalgın sokak lambalarının altından geçtim. Muhtelif yolların sonu hep çıkmaz. Sefiller romanından fırlamış bir yan karakter gibiyim. Asfalt yolları eziyor kırk dört numara kokuşmuş çâresizliğim. Yürüdüm. Tabelada “Bilecik il sınırı” yazıyordu. Hâlâ Anadolu yakasındayım kayıp ülkemin.
Çamur
Oysaki Toroslar’ı aşmaktı hedefim. Saman renkli bir iklimin makilere karışması gibi bodur hayaller biriktiriyordum; hiçbir zaman Akdeniz’e ulaşamayacağımdan habersiz. Ya ben yanlış yoldayım ya da sen çoktan göçmen kuşlara özenmiş. Terkedilmiş yol üstü lokantasında bir garson bulamazsınız ateş isteyecek ve ülkemizde bayiler saat onda kapatıyorken bir cigara, tüttürecek. Yürüyorum. Tabelada “Sakarya il sınırı” yazıyor. Hâlâ Anadolu yakasındayım soğuk ülkemin.