“Ölümden başka her derde devâdır” dedi. Küçük bir kese kâğıdı içinde, bir avuç çörek otu uzattı. Kutsal bir emaneti alır gibi aldım. Ölümden başka her derde devâymış. Bin yaşında, egzotik giysiler içinde, bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir büyücü değildi, yine de çok inandırıcı geldi bana sözleri.
Ota çöpe hep inandım ben. Zencefil, bal ve limonun aşkı iyileştirir beni, güç verir. Nane limon elbette şifâdır. Ama ölümden başka her derde devâ olunca mevzu, itikadıma uygun olsa da iddianın muazzamlığı karşısında ürperdiğimi hatırlıyorum. Kokladım, o tanıdık bildik koku burnumdan girip beynimin tüm kıvrımlarında dolaştı.
“Nasıl olacak bu iş anneanne” dedim, yine de.
Gözlerini, kızdığında yaptığı gibi, kısarak baktı. Anladım ki daha bir şey söylenmeyecek. Yoksa tespihiyle yapıştırıverirdi bi’tane.
İnandım iman ettim. Devâdır!
Muska böreği yaptım; çörek otunu serperken, yine o bildik tanıdık çörek otu kokusu, aldı getirdi o günü, avuçlarıma bıraktı. Ölümden başka her derde devâydı işte. Anneanneme özlemimi gideriyordu, kış çayının içinde ayvanın yanına yakışıyordu, mis gibi kokuyordu. Memleketimde nazar değdiğinde soğan kabuğunun üstüne konuyor ve ateşte yakılıp dumanıyla tütsülüyorduk nazara geleni. Çeyizlerin üzerine, gelinlerin başına ve hatta son yolculukta kefenin içine serpiliyordu. Ölüme çâre olamadıysa da orada bizi karşılayacaklara bir hoşluk sağlıyordu demek ki. Ölüye de, diriye de serpip duruyorduk o küçücük kara tanecikleri.