0,00 TRY

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Bir Düş

Yaz aylarının bize getirdiği en güzel, en doyumsuz heyecandı yayla. Çocukluğun o müthiş hareketliliği; sanki hiç yorulmayan kanatlarla donatılmış bir innelik gibi veya karanlık derenin buz kesen suyu gibi dipdiriydik. Belli bir yaşa erişip farkında olmaya başlayınca meseleleri ve unutamaz olunca hüzünleri, bir bir kanatların yolunuyor, buz kesen suyun tadı bozuluyor…

Ardımda tahtalardan, odunlardan derme çatma bir mutfak tezgâhı bozuntusu ve onun hemen önünde de bir tavuk poz veriyor. Ve ayı yoncaları üzerine oturtulmuş ben, ablama gülüyorum. Kim bilir oturduğum yerde huysuzlanmamam için neler yapıyor ablam ki, yüzüm böylesi bir gülüşle tutuşuyor. Niye gülüyorum bilinmez, zaten o yaşta birisine neden de sorulmaz galiba…

Çok değil biraz daha vakit geçince, durduğum yerde duramaz oldum o yaştaki birçok çocuk gibi… Öyle ele avuca sığmaz; ağaçların, kayaların tepelerine tırmanır, ordan başka bir uca atlar giderdim. En sâkin oyunum gamgadan yapılan gemi müsveddelerini leğende yüzdürmek olurdu. Bir de sis çöküp yağmur başladığında çinkoya düşen her damlanın ritmine ve toprağın kokusuna uygun hayâller kurardım. Sonra ağaçların dallarına kurulup şiirler, marşlar bellemiştim. En güzeli, en yakışırı, büyük kayanın üstünde fetih kumandanı edasıyla okumaktı marşları. Anam dua ezberletir, dua okuturdu, “ardımız sıra ağzı dualı kalın” derdi hep. Ve elifba öğrenmek için de hocaya gönderilirdik sabah erken saatte. Zoraki uyanış, sobada mayalı kokusu, bir bardak kaçak çay ve üzerine abdest ile câminin yolu tutulurdu. Üç dört tahtanın birbirine zoraki çakılmasıyla oluşan kısa bir kapıdan girince, suyun bolca aktığı bataklığa benzer bir çayırlık vardı. Üstü ve çevresi açık betondan bir abdest alma yeri, öyle süslü püslü bir şadırvan bilmezdim. Ancak sazlık otlarının o uzunca boylarıyla ve sapsarı kuru bedenleriyle rüzgârdaki soluklarının ruhuma çiziktirdiği resim çok hoşuma giderdi. Hasırın üstünde bağdaş kurup sıramızı beklerken de, haftalık câmi temizliğinde de hep hayallerin içinden gelip geçerdi aklım. Yeşil kaplı bir cüzümüz vardı, ordan okurduk duaları, Kur’an’a geçenler bir iki kutu gofret dağıtırdı, âdetti bu. Bir gün caminin karşı yamacında, beş altı çocukla ezanı güzel okumaya çalışıyorduk, kim daha güzel okursa belli vakitlerde artık ezanı o okuyacaktı. En güzel okuyan Sefa oldu, bense sâdece bazı şiirleri ve marşları güzel okuyabiliyordum.

[vc_cta h2=”Yazının devamı Ayarsız dergisinde” style=”3d” add_button=”right” btn_title=”Abonelik Formu” btn_style=”3d” btn_shape=”square” btn_color=”danger” btn_link=”url:http%3A%2F%2Fayarsiz.net%2Fabonelik-formu%2F|||”]Ayarsız dergisini kitapçılardan edinebilir veya Abonelik formunu doldurarak adresinize getirtebilirsiniz.[/vc_cta]

spot_img

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz