4. Kayıt
Evde kalmaktan şikayet etmeye imtina ediyor insan. Bir evin var ki, işin buna uygun ki bu süreçte evdesin. Sağlık çalışanları, hizmet alanındakiler ve kolluk kuvvetleri… Onlar ne yapsın. Üstelik de ne yaparlarsa yapsın gayretlerini yetersiz gören ve beğenmeyen çıkıyor. Lafının nereye gittiğini bilmeden konuşanlar kadar neyse ki haklarını teslim edenler de var.
Evde kalmayı nahoş hale getiren monotonluk galiba. Bu fikir ile bugün bir değişiklik yaptım ve kot pantolonumu giydim. Özgüvenim tavan oldu. Oğlan gördü ve nereye gittiğimi sordu. Tam, “Hiç bir yere,” diye cevap verecektim ki kızçe sordu: “Anne nereye?” Özgüvenime sakın uzaklaşma diye telkinde bulunuyordum ki annem geldi ve beklenen soruyu sordu: “Burcu nereye?”
Ben evde de kot giyen biriydim. Ne oldu da bir anda10 merakları üstüne çekecek özel bir kıyafet haline dönüştü. Tabiki Covid-19 yüzünden. An itibariyle evden dışarı çıkma hakkına sahip iki kişiden biriyim. Diğeri kardeşim. “İmreniyorlar galiba,” dedi özgüvenim. Benim özgüven şakacı çıktı. Oysa hepimiz biliyoruz ki dışarı çıkma demeye getiriyorlar.
Bu arada annemin “Nereye Burcu?” sorusunun bir tür zaman sıçramasına neden olduğunu ve lise zamanlarıma beni götürdüğünü söylemem gerek. 40’lı yaşları ikinci ergenlik diye nitelendirenler bunu kast etmiş olamaz.
Kot pantolon nelere kadir diyerek film izlemek için salona yöneldim. Tam o sırada kardeşim sordu: “Abla nereye?”
3. Kayıt
Ev tam bir eğitim kurumuna döndü. Çocuklar online eğitime iyi kötü motivasyonlarını koruyarak devam ediyorlar. Aralarda öğretmen ve arkadaşları ile süreci de konuşuyorlarmış. Bu arada yeni bir kelime öğrendim. Bu konuşmaya “goygoy” diyorlar. İşte bu goygoy sırasında benim kızçeye depresyona girip girmediği sorulmuş. “Anne depresyon nedir?” diye o da bana sordu.
Geçen sene oğlana da benzer bir soru sorulmuş o da şu cevabı vermişti: Annem ile yaşıyorsanız depresyon bir seçenek dahi olamaz. 1071 Malazgirt ile başlar Varna Ovası’na dalar, bir alay Roma yöneticisi ki çoğunun ismini şimdi telaffuz edemiyorum onları anlatır, Emir Timur’un hikayelerini sıralar, General Patton, General Rommel derken Kıbrıs Barış Harekatı ve Misak-ı Milli ile sonucu da sizi de bağlar.
Kabul edelim. İnsanlık ve zorluk tarih boyunca ayrılmaz bir ikili olmuş. Ama tarihten öğrendiğim başka bir şey daha var. O da korku ve acı gibi olumsuz duyguların yaşanmak istediği. Onları yok sayamazsınız. Özellikle Covid-19 ile mücadele gibi durumlarda korku iyidir. İnsanı diri tutar. Bu duyguların hakkını verdikten sonra, kendimizi hazır hissettiğimiz zaman, hiç ertelemeden onları uğurlamalıyız. Ruhumuza yük etmemeliyiz. Uğurlamalıyız ki olumlu duygulara yer açılsın.
Kızıma dönüp bunları söyledikten sonra ekledim: Depresyon, acı ve korku içinde kaybolmayı tercih etmektir.
2. Kayıt
Kayıt tutmaya hızlı başladım tez pes etmesem iyidir. Eskiden bir çalışma odam bile yok diye şikayet ederken masamdan da oldum, bilgisayarımdan da. Eldekinin kıymetini bilmek gerekmiş. Bilgisayar bir kızın elinde bir oğlanın. Keşke oğlanın bilgisayarı bozulunca, üniversite sınavı öncesi ne iyi oldu demeyip gidip tamir ettirse imişim. Emektar bilgisayarım iyiden iyiye yaşlanmışken son bir gayret ile bizim tempoya ayak uydurmaya çalışıyor. Bir ara boş kaldığında yanına gidip diyorum ki “Emektar. Çok iyi gidiyorsun. Aman sakın bizleri yarı yolda bırakma.” Sonra oğlan gelip “İşin yoksa kullanayım mı?” diye soruyor. İşim var desem başka bir çare bulacak ama kıyamayıp bilgisayar başından ayrılıyorum.
Odaya gidiyorum kızçe geliyor burada mı kalacaksın arkadaşlarım ile konuşacağım diye soruyor. Ona da kıyamayıp salona geçiyorum. Annem çalışma molası vermiş dizisini açmış keyifle seyrediyor. Az önce benim kıza yaptığım anneliği kendisi yapıp mekanı bana bırakacak biliyorum. Kıyamıyorum. Oturma odası aklıma geliyor. Kahverengi koltuk ideal derken bir bakıyorum dört kedi birbirine sarmalanmış keyifle uyuyor. Onlara da kıyamayıp mutfağa yöneliyorum. Mutfak tehlikeli bir alan. Acıkan birine rast gelme ihtimali çok yüksek. Başının çaresine bak diyebilirim ama kıyamayıp yemek hazırlarken buluyorum kendimi.
Anladım ki benim açımdan bu süreç “kıyamama” merkezinde yaşanıyor. Hal böyle olunca içimden Covid-19 arkadaşa “Esmerim kıyma bana” şarkısını armağan etmek geldi. Bu aslen bir Harput türküsü. Ancak sonrasında Sâdettin Kaynak’ın eli değerek Muhayyer makamında icra edilir hale gelmiş. Şarkı şu söz ile son bulur: “Gözünü sevdiğim esmer, menekşe lale vaktidir.”
1.Kayıt
Corona Günlünleri’nin okuyucusu olmak yazarı olmaktan daha keyifli geliyordu. Çöken miskinliğin tadını da alınca masa başına geçmemek gurur bile verdi. Telefon ile arayanlar “Ne yapıyorsun Burcu?”diye sorduklarında, gururla “Hiç” diyordum.
Öyle dervişin dediği gibi derinû anlamlı değil. Gayet boş bir hiç. Uzay boşluğunda haraketsiz durmuş savrulur gibi bir hiç. Akademik bir haber bültenine üyeyim. Onlardan gelen e-postaya kadar ben ve keyfim, o hiç dünyasında salınıyorduk. Yurtdışındaki bir üniversite blog açtığını Covid 19 ile mücadele sürecinde yaşananların buraya yazılması amacında olduklarını ve böylece sosyal tarih kaydı oluşturacaklarını uzun uzun açıklamış.
Sosyal tarih kaydı tutacaklar. Ayarsız ekibi onlardan çok önce başlamışken, el tarihin kaydını tutacak ben de yazı mı göndereceğim? Zülfüyâre dokundu.
Tarih başımızdan geçenler. Hep derdim ki keşke şu Selçuklulardan üç beş günlük tutan olsa imiş. Haklarını yemeyelim ilk fırsatta yaptıklarını kayıda dökmüşler gerek yazı ile gerek mimari ile gerek sanat ile. Ama bahsettiğim o değil. Kim ne hissetti bilseydik ne güzel olurdu? Biz tarihçilerin sonradan onlar için tasarladığı romantik ve ütopik olanları değil, gerçek duygu ve düşüncelerini bilseydik. Belki o zaman bu zor süreci geçirirken ecdada bakıp daha rahat “BU DA GEÇER YA HU” derdik.
İşte o noktada, ayarsızca kayıt tutacağına miskince süreci geçiriyor olma gerçeğinden haz etmedim. “Hiç” ömrü kısa bir şeymiş onu anladım.