Annemin vefatının ve babamın yeniden evlenmesinin üzerinden iki, analığımızın bize bir kardeş daha doğurmasının üzerinden bir sene geçmişti. Yıl 1976. O, yaz yedi yaşıma girmiş ama okula başlayamamıştım. “Seneye yazdırırız,” demişti babam. Anlaşılan benim okula gideceğimi unutarak o senenin iş gücü planlamasına beni de dâhil etmişti. Yaşıma başıma bakmadan yüklendiğim iş kalemlerinden biri de çobanlık yapmaktı.
Sonbaharın, usul usul ama olanca gayreti ile dağı tepeyi, bağı bostanı sarının bin bir tonu ile yamaya durduğu günlerdi. Yamalı yeşil kazağımı kaldırarak karnımın üstünde oluşturduğum keseye mis kokulu sarı elmalardan doldurmuş aheste adımlarla koruluğa doğru ilerliyordum. Omuzunda heybesi ile yamacıma Bekir Dayı çıkıverdi Kurudere Geçidi’nden. Köyün varlıklı adamlarından biriydi. Üstten üstten seslendi bana, “Len İrfan, nereye böyle?”
Durdum. “Şu yamacın ardında davar güdüyoduk da oraya gidiyom.”
“Kucağındakiler elma mı? Nereden aldın bunları?”
Yazının Devamı Ayarsız Dergisinde
Aylık fikir, kültür, sanat ve edebiyat dergisi Hâlet-i ruhiyemiz: Ayarsız dergisini kitapçılardan edinebilir veya abonelik formunu doldurarak adresinize getirtebilirsiniz.