1.
Ortaokul mâcerâmın ilk günü… Kendimi yapayalnız hissettiğim, tek bir tanıdığımın dahi olmadığı okul bahçesinde şaşkın şaşkın bir sağa bir sola amaçsızca dolaştığımı hatırlıyorum. Muntazaman sıraya dizilmiştik sonra. Sıkıcı konuşmaların yapıldığı alelâde bir tören başlamıştı. Ardından uzun boylu, siyah takım elbiseli, gür sesli bir adam mikrofonu eline alıp muazzam bir şiir okuyarak izleyenleri büyülemiş ve akabinde öğrenciler sınıflarına dağılmıştı. Bense sınıfımı bulamadığımdan şaşkın dolaşmalarıma devam etmiştim. Aynı bugünlerde tanıdıklarımın sıklıkla şâhit olduğu gibi de kaybolmuştum. Derken, gür sesiyle herkesi büyüleyen uzun boylu takım elbiseli adamla koridorla merdivenin tam birleştiği yerde karşılaşmıştık: “Sınıfını arıyorsun herhalde?” demişti mütebessim bir yüzle. Şaşkınlığım paçalarımdan akıyordu demek ki. Sınıfımı söylüyorum, târif ediyor. Sınıfıma doğru giderken bu uzun boylu gür sesli öğretmenin benim öğretmenim olmasını dilediğimi hatırlıyorum. Nitekim dileğim kabûl oluyor. Serdar Hoca edebiyat derslerimize girecek. O an henüz farkında değilim; ama Serdar Aysev’in öğretmenim olması eğitim hayatımdaki en büyük şansım… Hoca’dan tefekkür etmeyi, fikirlerimizi özgüvenle ifâde etmeyi, başkalarının bizden farklı fikirleri olabileceğini ve farklılıklara müsâmahalı yaklaşma gerekliliğini öğrendik. Onu, Ölü Ozanlar Derneği’nin sıra dışı ve tabu yıkıcı öğretmeni John Keating’e benzetmiş olmam yıllar sonra yayınlanan kitabının (Laf Evi, Ayrıntı, 2012) tanıtım yazısına da konu oldu. Serdar Hoca, etrafı aydınlatırken kendisi eriyen mum imgesine yaslanan öğretmen tanımını yıkıyor, yerine, öğrencileri de öğretmenle beraber ışık üretmeye; ama erimeyip güçlü olmaya çağıran yeni bir tanım inşâ ediyordu. Sadede geleyim: Hoca’nın bize, seçtiği eserlerden bölümler okuduğu derslerden birinde (Yanlış hatırlamıyorsam Hoca, Sait Faik’ten bir hikâye okuyordu), hikâyenin bir yerindeki kahramanlarından biri “Bok mu var?” deyiverdi. O anda o tuhaf sözcük, o âna dek ciddîyetle tâkip ettiğim hikâyenin büyüsünün bozulmasına, dahası sinirim bozularak sesli bir şekilde gülmeme yol açtı. Hoca’ya ayıp oluyordu, kendimi tutmalıydım. Kendimi tutmaya çalıştıkça gülme şiddetim daha da artıyor, gülme şiddetim arttıkça kendimi daha çok tutmaya çalışıyordum. Önü alınamayan bir kısır döngü… Hoca sabırla pasajı okumaya çalışıyor, ben karşısında biteviye gülüyordum. Serdar Hoca, o tuhaf anda sahnedeki rolünü münâsebetsiz bir izleyicinin provokasyonuna rağmen profesyonelce idâme ettirmeye çalışan başarılı bir oyuncuyu andırıyordu. Muhtemelen onun da sinirleri bozulmuştu, buna rağmen aksamadan okumasını bitirmeyi başardı. Bana tek bir menfî söz etmeyecek kadar asildi. Peki, beni zembereğinden boşanırcasına hem de hiç âdetim olmadığı halde böylesine güldüren şey tam olarak neydi?
“Bok” kelimesinin sarsıcılığının kaynağı neydi? O kelimenin o anda hem de kendisine âit bir söz olarak bile değil, çoktan ölmüş gitmiş bir yazarın dublajı olarak Serdar Hoca’nın ağzından çıkması nasıl olmuştu da bu biçimsiz, bu tuhaf duruma neden olmuştu? Hoca’nın dudaklarından o kelimenin çıktığı andan hemen öncesine dönelim. Bu kelimenin ortaokul öğrencisinin asabını bozmasını, öğrencinin, gündelik yaşamında “bok” kelimesinin dahi mâzur görülemeyeceği rafinelikte küfürlü kelimelerin kullanımından son derece uzak bir ahlâk algısına çarptığını söyleyebilir miyiz? Hayır söyleyemeyiz; muhtemelen o da gündelik yaşamında diğer ergenliğe girmiş akranları gibi erkek egemen ortamlarda en ağır küfürleri kullanmayı maskülenlik alâmeti görüyor ve tercih ediyordu. Kelimenin sinir bozuculuğunu doğuran, Serdar Hoca’nın, sâdece Serdar Hoca’nın, derslerine özgü oluşturduğu ve bizâtihi Serdar Hoca tarafından bile ihlâl edilemeyeceği düşünülen saygınlığının bizzat Hoca’nın dudaklarından çıkan o kelimeyle yerle bir olmasıydı. İyi ama neden sâdece o öğrenci? Aynı durumu müşahede eden diğerleri değil de neden sâdece o? İlk karşılaşmayı hatırlayalım dostlarım. İlk tanışmada öğrencinin gözünde bir şiiri azametle okumaktan doğmuş olan hayranlığı… Hayranlık çabucak saf değiştirebilen güvenilmez bir müttefiktir. “Bok” kelimesi, Hoca’nın titizlikle kurduğu ciddîyetle, ortaokul öğrencisinin gözünde daha ilk tanışmada oluşmuş hayranlığın muhteşem karışımını, bin bir zahmetle dizilmiş iskambil kâğıtlarından bir piramidin ufacık bir hatayla yıkılması gibi yerle bir etti.