0,00 TRY

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Molla Ömer’in Atayurdu Hokand’a Vedası

Ayaklarını hissetmiyordu soğuktan. Bastığı yer neresiydi? Gittiği yer neresi? Doğu, batı, kuzey, güney… Hangi yön? Bir sonraki adımında, karın altında kendisini bekleyen hangi taşın çıplak ayağının neresine batacağını kestirmeye çalışmıyor, saatler önce duran kar yağışının tekrar başlayarak bıraktığı izleri örtmesi için dua etmiyor, sâdece ayaklarının falakadan kan revan içinde kalmasına, soğuktan morarmasına, topuklarından böbreklerine, oradan akciğerlerine yerleşen o sinsi sancıya rağmen, nasıl olup da nefes alıp verebildiğine, nasıl duraksamaksızın adım atabildiğine şaşırıyordu. Nasıl kaçmıştı karakoldan?Merhamet gösterip göz mü yummuşlardı, kurban olduğu Allah’ıher bir partili yoldaşıngözlerine bir birperde mi indirmişti, yoksa birbiri ardına inen perde değil de yumrukları mıydı? Hatırlamıyordu. Bibi’yi hatırlıyordu. Fergana Vadisi kadar bereketli ve müşfik, Alay Dağları kadar sâkin ve ıssız. Karnı burnunda olmasına rağmen “sıra sana gelmeden gidelim” diyecek kadar cefakâr. Kuzeyden uğursuz bir albastı gibi çöken işgal orduları karşısında önce panik ve kargaşa sarkacında çalkalanan; titrek mum ışığını andıran küçük zaferlerin çaktığı ümit kıvılcımları henüz yürekleri ısıtamadan, şehirler ve köyler dolusu kanla söndürülen; kan kokan, barut kokan, çelik soğukluğundaki yılların ardından, en büyük destekçisi, hep yüreklendiren dirimcil bir gün ışığı Saliha Bibi… Yeryüzüne çöreklenen kırmızı gri yoğun bir dumanın getirdiği yılgınlığın her geçen gün koyulaştığına, koca koca köyleri, kasabaları, şehirleri yuttuğuna, yutamadıklarını nasıl kusup ya darağacına ya da Sibirya’ya gönderdiğine şâhit olurken; apaydınlık ılık bir bahar havası gibi Bibi. Ne hissettiğini, kendisi için ifâde ettiği anlamı söyleyememişti şimdiye kadar, bir kez bile. İçinde kopan fırtınalardan kimsenin haberi olmamış, yüreğindeki gök gürültülerini kimseler duymamıştı. Ne sevinçten havalara sıçradığı, ne de felâketlerde dövündüğü görülen Molla Ömer’in Saliha Bibi’nin doğum yapıp yapmadığını merak ettiği an gözlerinde beliren umudu hiçbir kamera kaydetmemişti. Ne o anı, ne de yakalanışını, karakolu, kaçışını, çapansız sâdece gömlekle, çıplak ayakla karın buzun üzerinde, üstünü başını yırta yırta, gecenin dondurucu soğuğunda vahşi köpeklerle, albızalasıca türlü mahlûkatla karşılaşmadan kat ettiği o yolculuğu, hiçbir kamera kaydetmemiş, hiçbir haber bülteni vermemişti. Ama O’nun, “…hüve’llatifülhabir”in, kaçmayı başarıp başaramayacaklarından, hayatta kalıp kalamayacaklarından, doğan Mehmet Refik’ten, doğacak Mehmet Yakup’tan ve hülâsa başlarına gelecek her şeyden, haberi vardı.

Gün ağarmaya başlıyor, karısının sığındığı köy,gizli misafirini köpek havlamalarıyla, ocaklardan tütmeye henüz başlayan dumanlarla karşılıyordu.Bir fısıltı işitti Molla Ömer, isminin seslenildiğini birkaç çekingen tekrardan sonra fark edebildi: “Ömer Eke!”. Sesin sahibinin usulca koltuk altından kendisini omuzladığını, sırtına köy dışında saatlerdir beklerken elinde tuttuğu çapanı serdiğini, fark edemedi.

[vc_cta h2=”Yazının devamı Ayarsız dergisinde” style=”3d” add_button=”right” btn_title=”Abonelik Formu” btn_style=”3d” btn_shape=”square” btn_color=”danger” btn_link=”url:http%3A%2F%2Fayarsiz.net%2Fabonelik-formu%2F|||”]Ayarsız dergisini kitapçılardan edinebilir veya Abonelik formunu doldurarak adresinize getirtebilirsiniz.[/vc_cta]

spot_img

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz