3. Kayıt
Cumartesi, 13.56…
Şimdi bütün bu yazılar, tuttuğumuz günlükler; Whatsapp’tan, Facebook’tan, Instagram’dan indirip bir yerlere kaydettiğimiz -ve muhtemelen asla dönüp bakmaya fırsat bulamayacağımız- cigabaytlar dolusu yazı, çizim, video, fotoğraf…
Önümüzde iki ihtimal var:
Ya bir yıl sonra bunlara bakıp ‘2020… Ne seneydi be!’ diyeceğiz…
Ya da bunlar, insanoğlunun -o biz oluyoruz- mavi gezegendeki son kayıtları olacak! Artık bin yıl sonrasının dünyalıları mı okur, uzaylılar mı, Allah bilir?
Aynı gün, 16.45…
Herhangi bir parfümü değil de kolonya kullanmayı tercih edenler, yıllarca hakir görüldü bu memlekette. Ben de suçluyum, esasen parfüm kullanmam ama ben de hakir gördüm parfüm değil kolonya kullananları. Zennure ezemin Erzurum Gavurboğan mahallesinde oturan oğulları ceplerinde küçük kolonya şişeleri taşıyorlar diye çok gülerdim onlara. Zakire Duru, Şakir’e de Selin diye takılırdım. Hoş, o tercih tamamen Zennure ezemin tercihiydi.
Bak ne oldu şimdi?
Zakir, Whatsapp’tan mesaj atmış evvelki gün, deminki soruyu soruyor bana: ‘N’oldu?’ diyor…
Yine aynı gün, 22.11…
Yazacak bir şey yok. Haber spikerinin de morali çok bozuk…
Bu saatte bir Bakan çıkacakmış televizyona, maaile onu bekliyoruz işte…
Sehpanın üzerinde çay, simişka falan filan. Gerginiz.
(Bu arada merak edeni daha fazla germemek için not düşüyorum: Simişka, bizim oralarda çekirdek-çiğdem yerine kullanılan sözcük. Levent Albayrak iyi bilir. En iyi simişkalar onun köyünde üretilir…)
2. Kayıt
Bu sabah rüzgâr, bizim sitenin bahçesindeki poşeti kucaklayıp uçurdu, uçurdu, uçurdu, uçurdu, uçurdu, uçurdu, uçurdu… Gözümü kırpmadan seyrettim.
Ve düşündüm: İyi bir insan olmak ne kadar kolay aslında!
Akşam üzeri yan sitenin bahçesinde -muhtemelen sekseninde- bir teyze kafasını hiç kaldırmadan, usul usul, yürüdü, yürüdü, yürüdü, yürüdü, yürüdü… Pürdikkat seyrettim, kafasını kaldırıp bana baktığında ona gülümsedim.
Ve ben tam o anda düşündüm: Kişiyi suça iten şey, toplum değil, kendisi !
Gün doğumundan uyku zamanına kadar bugün hep balkondaydım. Her tarafı seyrettim.
Gece hava kararınca ilk görünen yıldız kuzeybatıya doğru fark edilmesi güç bir hızla kaydı, kaydı, kaydı, kaydı, kaydı, kaydı, kaydı… Sonra o kocaman cezve çıktı, sonra ışık kirliliği falan, nihayet bir bulut gelip hepsini yuttu.
Ve işte tam o esnada düşündüm: Türkiye kendi yerli tohumunu üretmek zorunda!
Şu an yaşamakta olan bütün insanların hayatlarında ilk defa tanık oldukları bu şey, bu salgın, kuşkusuz herkese başka başka şeyler öğretti, öğretiyor, öğretecek daha. Bana öğrettiklerinden biri de bu oldu işte: Olaylar, nesneler, durumlar, şeyler arasında akla yatkın bir ilgi aramak aslında çok saçma!
Biri var, öbürü de… İlgi arıyorsak bu varlık ve komşuluk hâli yetmez mi?
Hele de aza kanaat etmemizi gerektiren böyle bir zamanda…
Hayatı aslında en iyi bilenler, ihtiyarlar, ‘hayatın sürdürülebilirliği’ diye bir şey için böyle sessiz odalara sürülmüşken hele de…
1. Kayıt
Elim ayağım birbirine dolaşıp her şeyi yanlış yapmaya başladığımda farkına vardım: Salgın yayıldıkça telaşa kapılıyorum! Afedersiniz, korkuyorum işte!
Ama öyle ölmekten, poşet içinde tanımadığım kimseler tarafından, hayal ve vasiyet etmediğim biçimde gömülmekten falan değil; ‘dünyanın bir daha eski haline dönmemesi ihtimalinden korkuyorum’. Kur’an’a el basarım ki öyle.
Elimde değil, dünya böyle değişecek diye kaygılanıyorum.
Halbuki hep şimdikinden daha başka, daha adil, daha merhametli, daha çevreci, daha güzel ahlak yüklü, daha hayvansever, daha güler yüzlü, daha az kapitalist, daha fazla mutasavvıf, daha kanaatkâr, daha az ihtiraslı bir dünya hayal etmiştim. Kitaplarımdan birini boşuna mı ‘Yarını İyileştirmek İçin’ diye adlandırmıştım.
Ütopya işte…
‘E, öyleyse dünyanın değişmesinden niye korkuyorsun kardeşim, bırak virüs hallaç pamuğu gibi atsın sevmediklerini?’ diyorsunuz değil mi?
Korkuyorum, telaşa kapılıyorum; çünkü sevdiğim bütün insanlar tehlike altında. Ve yani belki bu korkunç salgın dünyayı geri dönülmez biçimde değiştirecek fakat her şey değiştikten sonraki ilk sabah, sevmediğimiz şeylerin değil de ihtiyarlarının belki çoğunu, dolayısıyla kültürünü, belleğini, değerini büyük oranda yitirmiş bir dünyaya uyanacağız. İhtimal. Ama korkuyorum işte. Bugün dünyada 795 kişi ölmüş. Korkuyorum. Ya dedem de ölürse?..
Harika bir yazı. Tebrik ederim.