“Okulların açılmasıyla birlikte okula gidemeyen çocuklara…”
Bir garip Ahmet vardı, görseniz tanırsınız hepiniz. Bir annesi ve kendinden küçük kardeşlerinin olduğunu biliyordum. Babası hakkındaki malûmat şimdi hatırımda kalmamış. Ölmüş müydü, terk mi etmişti onları hatırlamıyorum. Bildiğim tek şey Ahmet’in geçinmesi ve geçindirmesi gerektiğiydi. Bunu da kendinden duymamıştım. Var gücüyle çalışmasından ve günün her saati farklı kılıklarda karşıma çıkmasından öğrenmiştim. Aslında sâdece ben de değil, bütün bir çarşı ahalisi öğrenmişti bunu.
Çarşı ahalisi tuhaf bir kavram ama var öyle bir şey. Bilhassa küçük Anadolu şehirlerinde bu tipler çok belirgindir. Büyük şehirlerde her semtin canlı merkezleri olduğundan insanlar pek bunun farkına varamaz ama küçük şehirlerde öyle değildir. Metropollerin çarşılarında esnaf birbirini genelde tanır ama müşteri esnafı, hele hele müşteri müşteriyi pek tanımaz. Oysa küçük şehirlerin çarşı ahalisi tıpkı bir mahallenin sakini gibidir. Sanki binlerce yıldır o şehri yeni bir güne hazırlar gibi sabah erkenden aynı insanlar iner çarşıya. Sokakları süpürür, çay demler, simit pişirirler. Sonra yavaş yavaş ötekiler gelmeye başlar. Biri okula gider, öteki devlet dairesindeki işinin başına. Yavaş yavaş dükkânların kapılarındaki kapalı levhaları tersine döner ve curcuna başlar.