Roman, tür olarak neden bu kadar başarılı oldu? Hiç düşündük mü? Bauman okumaları beni bu sorgulamaya âdeta itti. Bu sorgulamadan sonra şunu düşündüm: Mensur anlatılar roman karşısında neden yenildi?
Sanırım bu meselede en başta kurgusallık problemi geliyor. Doğu, genelde olanı (olduğunu düşündüğünü) anlatmaya çalıştı. Bu süreçte Batı’da olan şeyler, anlatılacak kıymette değildi ya da anlatmaya uygun özgürlükçü bir ortam yoktu. Dolayısıyla -bana göre- zorunlu bir kurgusal beceri gelişti. E, madem zeminsiz bir eleştiri yapacağız (Çünkü yaşadığımız çağ buna imkân veriyor, ayrıca kime ne benim kaynağımdan!) buna göre şöyle diyebiliriz: Kilise’nin skolastik yapısı kurgusallığın gelişmesine müthiş bir katkıda bulunmuştur. Neden? Çünkü bir şeyi açıktan söyleyemiyorsan, söylerken yüzün görünsün istemiyorsan, hem sözü hem de kendini bir perdenin arkasına alman gerekecektir. Bu işi görecek en kaliteli perde de kurgusallaşmış gerçeklerden başka ne olabilir ki?
Roman, tür olarak gerçeklik iddiasını savunmadı hiçbir zaman. Gerçeklik kavramının önüne hemen bir “kurgusal” sıfatını ekleyiverdi. Tabiî böylece belki de gelmiş geçmiş tüm zenginlerin serveti bir araya gelse oluşturamayacağı bir konfora kavuştu: Hesapsızlık. Ortaya çıkan bu “kurgusal gerçeklik” -fantastik kurgu haricinde- yaşanabilecek kadar gerçekti elbette ancak yaşanmış olma şartı yoktu. Ya da bal gibi yaşanmıştı işte. Hem bize ne bundan: Biz bu çağa inanmak üzere geldik!