Yekpare ceviz kütüğünden yapılmış masif toplantı masasının etrafındaki beş sandalye dolmuş, Çağrı Bey’in gelişini bekliyorlardı. Subutay Yayınevi’nin yaklaşık yarım yüzyıldır kullandığı logosu ve yazı karakteri güncelleniyordu. Böylesine önemli bir kararın eşiğinde olmak editörler Ferşad Beg ve Aybüke Hanım’ın omuzlarına ağır bir yük olarak çökmüş, kimsenin tek kelime etmediği bu gergin ortamı hazırlamıştı. Çağrı Bey heyecandan uykusuz geçirdiği gecenin sonunda ilk defa iş yerine 7 dakika geç kalmış, kendine gelmek için odasında şekersiz Türk kahvesi seansı yapıyordu. Limoges Frogonard desenli altın yaldızlı Çekoslovak kahve fincanını eline alıp telveleri sağ elinin işaret parmağı ile iyice sünnetledikten sonra zile basarak yayınevinin kıdemli kademeli görevlisi nam-ı değer Kuvvacı Yunus Refik’i çağırdı. Kapı her zaman ki gibi 11. saniyede üç kez tıklandı.
“Geeeeel.”
“Buyursunlar Çağrı Beyciğim. Bir emriniz mi var.”
“Boşu alabilirsin Yunusçuğum. Geçti mi herkes toplantı odasına?”
“Geçti Efendim. Büyük bir tedirginlikle sizi bekliyorlar.”
“Eh gidelim bakalım ne yumurtlayacaklar Ferşad Beg ve melekleri!”
“Valla Efendim laf aramızda bence yine bir cacık olmaz bunlardan! Alayı liboş bunların! Hele o Ferşad Beg bir nümerölü Tek Parti düşmanı! İhanet şebekesinin başı!”