VE araya Ragıp Ağabeğ’i sokarak Tiryaki’nin yazısının tadı damağınızdayken karşınıza çıkıyorum! Çünkü devir değişti, e kalemşörlük de değişti. Misal bundan 30 yıl öncede olsaydık; ben bir ay yazacaktım da öbür ay Tiryaki cevap verecekti de buna mukabil sonraki ay ben cevaba cevap verecekti de… Tabiî, bir de bu süre zarfında taraflar ve okuyucuya Allah ömür verirse. Zamane polemiklerinin çoğunun twitterda mention üzerinden yürüdüğünü düşünürsek bu bana zamanın ruhuna çok uygun bir yöntemmiş gibi gelmiyor. Tiryaki, whatsapp’dan bana yürüyüp “Abi ağız burun ne varsa giriştim, bak bakalım bel altı vurmuş muyum?” diye mesaj attı ve ardından da yazısını mail ile gönderdi. Aynı ay içerisinde iki yazı da okunabilsin diye şimdi açtım iPhone’da yazısını Mac’in klavyelerini dövüyorum. (Çünkü Apple huydur bende.) Kinimi diri tutmak için bir Delacroix’in Magnum Opus’u “Halka Yol Gösteren Özgürlük” tablosuna, bir “Ekizoğlu Volkan pehlivan” satırına bakıyorum. Bir minik ara vereyim zira çay bardağını biraz sıkı kavramışım çatladı da, onu bir tazeliyeyim.
VE Delacroix bir önceki sayfada gördüğünüz eseri dışında da resimleri olan Rönesans ile modern dönem aralığının en önemli ressamlarından biridir. Misal ünlü tablolarından birinin de adı “Combat of the Giaour and the Pasha.” Giaour yazdığına bakmayın bildiğimiz gâvur. Hem de Venediklisinden. Lord Byron’un Türk Hikâyeleri isimli kitabındaki bir hikâyeyi anlatır. Âşık olduğu Leyla zina suçlamasıyla denize atılınca intikam için Hasan Paşa’yı öldüren gâvur resmedilmiş. Güzel bir tablo. Ancak Tiryaki ile vuruştuğumuz bu meydanın iki tarafında otağ kurmuş iki ordudan birine gâvurluk atfetmek doğru değil. Bence herkes aynı imanı paylaşıyor, yâni Türklük eritiyor gönülleri.