Yaratmak… Evet denemelerim olmuştu ve hiç de fena sayılmazdım. On iki yaşımda Dünya’nın çok kalabalık olduğuna karar verip kendi dünyamı yaratma çabalarım sonucunda çıkmıştı: Gezegen 2333. (Biraz geç bir fark ediş olmasının sebebi, annemin obsesif derecede titiz olması ve Dünya’yı temizleyemeyeceğine karar verip çözüm olarak da evden dışarı pek çıkarmamasıydı.) Sürüngen yok, böcek yok, güneş yok, en önemlisi de insan yok. Gitmek için Apollo 1’e de ihtiyacım yok. Hayal gücüm Apollo 11’in aksamından kompleks. Gözlerimi kapattığım her an ordayım. M.G. ile karşılaşmam da yirmi yıl sonra gezegenime uğramaya karar vermemle aynı ana tekâbül ediyor. Bilirsiniz, birinin karşısına çıkıp onunla karşılaşırsanız, ona da sizinle karşılaşmaktan başka çıkar yol kalmaz. Sert bakışlı, kemiklerini bulmak için arkeolog gerekecek kadar kilolu ve ancak cüceler gezegeninde uzun sayılacak kadar kısaydı. En önemli özelliği ise bütün yalnızlar kadar bilge olmasıydı.
Doktorlar kalp yerine göğüs kafesimde saatli bomba taşıdığımı fark edip kaçık kalp ameliyatı yapmaya karar verdikleri gün gezegenimi ziyaret etmem gerektiğini düşündüm. Vaktiydi artık. Küçükken ne zaman canım sıkılsa uğradığım gezegenim bakımsızlıktan ne hâldeydi kim bilir. Ayak basmamla M.G.’nin alnıma M14’ü dayaması arasında üç salise vardı.
86-85-84-83-82-81-80…
“Sen de kimsin ufaklık?”
***