Gecenin sessiz örtüsü yüreğime doğduğunda bu soruyu hep sorarım kendime. Bazen Araf’da bir muamma, bazen ebedî bir ümit, bazen ise kaybolan yıllarıma gözyaşı döken bir çocuk gelir rüyalarıma. Âsude zamanların hikâyesiydi bende yazar olmak; zılgıt yemiş onurlu bir adamın duyduğu ıstırap…
Peki, bu soruyu sorana sormazlar mı? “Yazarın tarifi yapıldı mı ki sen yazarı soruyorsun?” Kim kime göre yazar, kim kime göre okur? Zor sualdir Aziz’im, âdembaba koğuşunda ekmeğin kaç lira olduğunu sormak. Elbet biz de sizin acılarınızla acınırız; elbet bizim de edebiyatla olan ahdimiz yazılıdır dağlara taşlara. Sahi, kim kime göre yazar olmuştur? Geçen gün “adaklı” sözcüğünü okudum. “Adaklı!” Kurban olunurdu bir zamanlar sevdiceğinin yoluna. Adak adanmıştır artık; ne âşık vaz geçer ne mâşuk… Nasıl da içi mânâ dolu değil mi? Fark ettim de toplumun değerleriyle birlikte sözcüklerin büyüsü de terk ediyor bizi.
Benden yazar olur mu? Zor sual Aziz’im. “Adaklı” sözcüğünün içini boşaltan bir topluma neyi nasıl anlatacaksın?