Güzel gözlü bütün kızlara…
11 Şubat’ta, İslâmcı piyasa gurularının “mutenâlaştırdığı” kalyancılar muhiti Atpazarı’nda, bir çayhânenin masasında değerli kardeşlerim Tuğrul Oğuzhan Yılmaz ve Özge Aydın, “Yolcu” isimli bir dergi bulup karıştırmışlar ve içeride “dikkat çekici” bir şiir bulmuşlar. Komünist Nâzım Hikmet’ten mülhem bir müsteâr tedâîsi olan Hikmet Kızıl adlı “şâir”in, “Gözlerine Gazel” başlıklı “şiir”ini, Cağaloğlu’ndaki sohbet halkamıza da taşıdılar ve bunu şerh etmemi istediler. Tenkîd veya şerh işlerine girişirken bâzı çekinceler taşımıyor değilim. Daha evvel bir kitabı eleştirmiş, kendi kitabım olmadan kitap eleştirmeye kalktığım için bâzı aklıevvellerce güyâ ilzâm edilmiştim. Şerh işine ilk defa giriyorum. Belki de imzâmı taşıyan bir şiir olmadığı için yine aynı süzmelikle ithâm edileceğim; ama bu konuda argümanımı Vitruvius’tan ödünç alarak işe başlıyorum: Onun dediği gibi; “Her sanat iki ögeden, eserin kendisi ve teorisinden ibârettir. Eserin icrası, tek bir konuda eğitim almış kişinin işidir; teorisi ise bütün eğitimli insanlar için ortaktır.” Kısacası, yemek yapmadan aşçıyı tenkîd edebilir veya bir ameliyeyi yorumlayabiliriz. “Şiir”in adı “Gözlerine Gazel”; ama kendi levhamın insicâmı adına yazıyı “Göz Gazelini Şerh” olarak başlıklandırdım. Derginin, kendi ifâdesiyle, “yayın üssü” Samsun; lâkin bu “şiir”i, bizim çocuklar tarafından keşfedildiği yere izâfeten Atpazarı İslâmcılığının (Üsküdar da buna dâhil edilebilir) bir numûne-i imtisâli saymak gerekir:
***
م
Gözlerin illegal bir yapılanma,
Biber gazı, tazyikli su, sonra kelepçe,
Gözlerin sorgu odası,
İmam Humeyni, Ali Şeriati gözlerin…
ﺵ
İlk mısrâda “şâir”in biyo-poe-politik hassâsiyetleri açığa vuruluyor. Göz, en kalabalık organlarımızdan birisi… Kımıl kımıl, yıvışık; kornea, mercek, iris, retina ve fotoreseptör hücreler, distopik bir kurgunun sembolleri kılınarak, vücutta anarko-dirimsel faaliyetlerin yürütülmesine en müsâit ortam olarak sunulabilir. Burada bir Dark City vasatı yaratılabilir. “Şâir”in ileride sağlam kurgulu romanlara, havsalamızı zorlayacak fütüristik mîmârîsi olan hikâyelere eğiliminin ve yeteneğinin işâreti olarak bu mısrâyı anlamayı öneriyorum. İkinci ve üçüncü mısrâlar da, zulümle âbâd olmuş bir biyo-kentin ıslak ve çelik tadını dilimizde hissettirecek kadar kuvvetli çağrışımlar yapıyor. Bu tedâîlerin ürperticiliği önünde ihtiramla eğilmek ihtiyâcı duyuyoruz. İran’ın devrim ve politika anaforundaki en yüksek ve adberilgen isimlerine benzetilen gözler ise, başka tınıları, belki daha doğru söyleyişle, hassâsiyetleri içeriyor: Gözleri Humeyni’yi andıran bir kızla sevişemezsiniz, aynı şekilde Ali Şeriati’yi andıran bir kızla da… Bu “şiir” gibi, mezbûr müstakbel distopyanın, cinsel bir açlık ve tıkanıklığın amblem ve alâmetlerini taşıyacağına inanıyorum: İslâmcı gençler sevişemiyor. Bizim muhitte fazla çoğalmamasını dileyeceğimiz bir siyâsetin engebeli topografyasına dâir müthiş izler barındırıyor bu mısrâ…