Bugün, edebî profesyonelleşmenin temelinde artık sâdece yazarın kaleminin gücü yeterli bir etken değil ne yazık ki. Yayınevlerinin izlediği politikalar, güçlü imaj danışmanları, reklam ve pazarlama departmanlarının hummalı çalışanları, içerik editörleri vb. onlarca kişi, bir eserin görücüye çıkarılması aşamasında yazara güçlü bir alt yapı hizmeti sunmakla mükellef. Bu çalışanlar, en az yazar kadar sorumlu, eserin raflarda başını dik tutacak bir yer bulabilmesinden. Aksi takdirde en nitelikli eser bile yazarın ölü doğum yapmasına sebep oluyor.
Şüphesiz, günümüzde eli kalem tutan her yazarın, biraz toplumcu gerçekçiliğin kurallarına riayet etmesi gerek. Yâni sâdece ideolojik değil, ticarî kaygıların da yazarın estetik zevkini şekillendirmede önemli kıstasları arasında yer almasından bahsediyorum. Çünkü çoksatar olmak kaygısı bir yazarı tetikleyen en önemli unsurlardan biridir.
Çoksatar romanların, neden çok sattığı, yıllardır gizemini hep korudu, sanırım korumaya da devam edecek…
Aşikâr olan bir şey varsa, o da çoksatar bir kitabı herkesin aldığı. Bizim bildiğimiz ya da bilmediğimiz farklı farklı nedenleri vardır bunun. Kimi çok okunan bir kitabı okuyarak kendi kültürel seviyesini ölçmek amacındadır, kimi ne kadar entelektüel olduğunu ispat etmek gâyretinde… Sebebi her ne olursa olsun, kitap rafa girdiği andan itibaren, algılara iyi hitap edebilen güçlü yayınevlerinin güçlü kadrolarının ve onların desteklediği eleştirmen kadrolarının dayanışması, kitabı bir anda çok satanlarda bir numaraya taşır.
Bu esnada edebiyat dünyasında oluşan algı ise: “Satan iyidir, satmayan kötü!!!”
Peki ama Monika Lewinsky’nin anılarının, Marcel Proust’un eserlerinden çok daha fazla basılıp satıldığı edebiyat dünyasında, bu “iyi ve kötü”yü nasıl kritize edip değerlendirmemiz gerekir?
Artık önemli olan, dünyaya önemli hizmet veren bir bilim adamının ya da sosyal bilimcinin hayat hikâyesi ya da edebî bir kaygıyla yazılmış bir roman değil, önemli olan; sıradan hayatların, sıradan ifâdelerle, sıradan kişilerce anlatılmasıdır. Basit bir şekilde edebîleştirilmeye çalışılmış ucuz bir gerçeklik, “piyasa gerçekliği” adı altında popüler kültürün metaları arasında okurlara servis edilerek “iyi” vasfıyla kabul ettirilmektedir. -Bu durum Milan Kundera’nın “Bir gün herkes yazacak ama kimse dinlemeyecek.” sözünü hatırlattı nedense bana.-