Kasım 2012
Karanlık… Her yer, her şey karanlık. Işıklar tam zamanında gitti sanki; dışarıda kar var ve her yerde garip bir sessizlik. Eskiden nasıl geçermiş geceler? Televizyon yok, radyo yok. Birbirlerine oturmaya giderlermiş herhâlde. Her gece her gece de değil, herhâlde? Erken yatıp, erken kalkarlarmış. O yüzden eskiden çok çocuk oluyormuş demek ki? Bu daha mantıklı. Sâdece birkaç köpek havlamasından başka ses yok. Dışarısı, kardan galiba, yarı aydınlık gibi. Yok, mehtap var ondan bu kadar aydınlık. Dışarı çıkıp yürümek, çorbacı olsa ona gitmek, ne güzel olurdu. Yalnız da yürünmez ki, arayıp “haydi dışarı çıkalım” diyecek birinin olması… Yürümek… Aslında hayat da bir yürüyüş; karda, yağmurda, çamurda, rüzgârda, kalabalıkla ya da yapayalnız. Yürüyoruz ve yolun sonuna doğru yürüyoruz. Yolun biteceğini biliyoruz ama bittiğini anlamıyoruz. Fikirler yalnızken üşüşüyor. Tam “Ay Işığı Sonatı”nın dinleneceği bir gece. Elektrik olsaydı dinlerdim? Telefonumda da vardı. Eveeet, buldum. İşte buuuu… Muhteşem oldu. Bunu besteleyen adam nasıl bir adamdı? Nasıl bir ruh hâliyle ve nasıl besteledi? Hayâlimde muhteşem bir atmosfer var, tıpkı şu an gibi bir an hayâl ediyorum. Ama bazen hayâl edilen gerçekle bir olmayabiliyor. Neyse. Şu an çok güzel oldu. Para versen bulamazsın.
Dışarı çıkıp yürüsem mi? Yalnız ne yapacaksın. Böyle pencerenin önünde mi duracaksın? Kitap okuyayım biraz, elektrik yok ki… Neyse kalan çayı ısıtayım, dışarıya bakmaya devam. Ayrıca düşünmeye devam. Bugün keşke oraya gitmeseydim, canımı sıktılar. Arkadaş okumadan, bilmeden ahkâm kesiyorlar. Herkesle siyaset konuşulmuyor; adam dinine o kadar bağlı değil. Neyse boşveeeer. Vay beee! Yahya Kemal Nazım Hikmet’in üvey babası olacakmış az kalsın. Ama ayıp etmiş kadına, son anda vazgeçmiş evlenmekten. Herkes insan aslında hataları, sevapları ve zayıf yanları ile. Nedense, tarihe mal olmuş insanları aşırı idealize edip kusursuzlaştırıyoruz. Hâlbuki hepsi insan. Batılılar öyle değil. Nasıl beceriyorlar bunu acaba? Nerde ise bazı tarihî şahsiyetlere, “haaaayır o geğirmezdi” bile diyeceğiz, nerdeyse? Tövbe tövbeeee. Boş beleş tipler nasıl konuşuyorlar acaba kendi kendilerine?
“Tanrı” denmezmiş. “Ben gizli bir hazine idim” diyor, “Bilinmek istedim.” En güzel, ruhu insana üfleyen. Yaradan, “Yeter ki bana yönelin” diyor. Hangi isimle olursa olsun fark etmez. “Tanrı” dersen olmazmış. Neden olmasın? Eyvallah bütün Müslümanların ortak kelimesi Allah ama kendi dilinde söylesen Allah anlamaz mı? Ya da bunu yasaklayan ayet mi var? İsra suresinde; “De ki: İster ‘Allah’ deyin, ister ‘Rahman’ deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O’nundur.” demiyor mu? Diyor. Eeeeee. İnsan istese de istemese de içindeki güzelliğin aslını arayışına sık sık mâruz kalıyor. Mâruz kalıyor çünkü çoğu insan farkındalık seviyesinde yâni şuur seviyesinde uyanık olamıyor. Ondan mı geldik, ondan mıyız? Cemalnur Sargut ya da Ömer Tuğrul İnançer ile bunu konuşmayı isterdim.