İngiltere Premier Ligi takımlarından Manchester United’ın agresif yapısıyla bilinen unutulmaz Fransız futbolcusu Eric Cantona’nın oynadığı “Hayata Çalım At” adlı filmde, Cantona’yla postacı arasında şöyle bir konuşma geçer:
-Pekâla. En güzel an? Bir gol olmalı?”
-Hayır. Bir pastı. Bazen her şey güzel bir pasla başlayabilir…
Nihayetinde top yuvarlanıyor ve seyir keyfi sunuyor tribünlere. Peki, seyircide hakikaten “temiz maç” isteği uyanıyor mu? Son sözü, hukukî sınırlar içinde de olsa paranın söylediği bir sektörün tek belirleyicisi olarak mutlu azınlığı görmek, mutsuz çoğunluğu mâsumlaştırmıyor elbette. En büyük taraftar değil artık, tek sahtekâr futbolcular olmadığı gibi…
Futbolu meşin yuvarlıktan ibaret görmeyen Ömer Lütfi Mete, “Ağır sıkletin tüy sıkletteki adamla boğuştuğu spor dalı” olarak tanımladığı futbolun insanın adâlet kavrayışını bozduğuna inanıyor. Fakat bir diğer yandan da, futbolun estetik değerine ve heyecan rengine meftûn. Sporun bu dalını, kötü huylu bir dilbere benzetmiş olsa da… En namuslu liglerin bile âdil bir yarışma kültürüne dayanmadığını düşündüğü için, genel adâletsizliğin özeti olarak görüyor futbolu: “Son sözü hukukî sınırlar içinde de olsa paranın söylediği bir sektörde ancak ‘sermayenin hakkaniyet’ tanımına göre adâlet arayabilirsiniz.”(Sabah, 2005)
Son sözü paranın söylediği bir sektör ne kadar temiz kalabilir ki? Hâl böyle iken, adâlet duygusundan arınmak, hayatın ve futbolun gerçeği olarak yerleşiveriyor zihinlere.