Gülümsedi gibi geldi bana,
ama insanlar hiçbir şey anlamadıkları zaman
hep gülümserler.
Giovanni Papini
Oda soğuk. Attığı her adım görünmez, ince bir tabakayı, bir buz camını çatırdatıyor. Açlık, yıllardır kademe kademe biriktirdiği direnci kırdı yâhut kırmadıysa da epeyi inceltti. Bunun romanını okumuştum. Donmamak için odanın içini, ya görünmez bir peygamberi izleyip bir çöl geçer gibi veyâ muhayyel bir düşmanın peşi sıra gider gibi arşınlıyor. İnsan bu soğukta yalnız donmalı. Evet evet, yaşamamalı! Böylesine katlanmaktansa, etrâfını saran uyuşukluğa kendini bırakma ihtiyâcı… Ağzından çıkan ve havada, bir iki sâniyeliğine katılaşmış gibi bekledikten sonra soğuğun terkîbine karışan buharı karanlıkta da görebiliyor. Yol bitti. Karşı yatan kara dağ misâli kararan kara duvar karşısında. Arkasına döndü. Karısını gördü. Yine sinirlendi. Kaloriferli odalarda tir tir titreyen, baharların ferah serinliğinde üşüyüp mızmızlanan kadın, nasıl olur da bu havada iki kat yorgan altında mışıl mışıl uyur? Şimdi onun da en az kendisi kadar üşümesi, rahatsız olması gerekirdi.
Aç kalırsa öleceğini sanıyor. Dededen kalma ahşap konakta, iyi tanıyanlara mahsûs bir tavır takınarak, el yordamıyla yatak odasından çıktı ve koridorda yürümeye başladı. Fakat o kadın, karısı? Çıldıracağım. Karısının hâli ona, maddenin varoluşuna aykırı gibi geliyor. Mutlakâ üşümeliydi! Yoksa onun dışarı çıktığı o birkaç dakîkada, akşam aydınlığında, daha evvel sakladığı bir şeyleri mi yedi? Yemek mi yedi? Yemezse öleceğini sanıyor. El yordamıyla mutfak kapısına geldi. Karşı yatan kara dağ misâli kararan kara kapı karşısında. Ayağının ucuyla, yürür gibi kapıyı itekliyor, içeri giriyor. İçinde hiçbir şey olmadığını çok iyi bildiği buzdolabını açtı. Dolaptan odaya koşan havanın mutfağı ısıttığını sanıyor. Hava öyle soğuk. İnsan bu soğukta mutlakâ donmalı. Buzdolabının fişini çekmek lâzım. Hem böylece umutların da fişi çekilmiş olur.