Yine “Sene 1330…” diyerek başladı söze Kalaycı Hilmi.
Gözlerini kıstı, öne eğildi. Tam karşısında alık alık kendisine bakan Mal Müdürü’ne baktı:
─Sen, eşkıya Lambos’u bildin mi?
Hep böyle yapardı. Müdavimleri arasına yeni katılan birini gördü mü sazı ele alır; onlara bazı şeyler sorarak sıkıştırır, eğlenirdi.
Yeni tayin olmuştu Mal Müdürü Cevdet Bey. Acemiydi Kalaycı Hilmi konusunda. Mesaî arkadaşları ile sohbette duymuştu adını ve merak edip Kambur Cemal’in kahvehanesinde almıştı soluğu. Ne bilsindi başına geleceği… Biraz da makamında aldığın güçle, arsızlık edip, kadim müdavimlerin en önüne geçmiş, başköşeye kurulmuştu.
─Bilemedim, dedi sesi titreyerek.
Kalaycı Hilmi geriye yaslandı:
─Bilmezsin tabiî. Sen onun devrinde dedenin tumanında sağa sola göt atıyordun.
Kahkahalar arşı âlâya çıktı. Mal Müdürü Cevdet Bey, alı al moru mor. Müdavimlerin ise keyfi bin beş yüz.
Kalaycı Hilmi, omuzunun üstünden Kambur Cemal’e ünledi.
─Cemal herkese Fruko!
Kahvede bir uğultu çıktı: Alkışlar, alkışlar…
Bu rutin bir uygulamaydı: Ağa düşen acemi, bedeli öder.
─Emme Frukolar bu efendiden, diyerek Mal Müdürü Cevdet Beyi işaret etti. Madem eşkıya Lambos’u bilemedin… Sana ceza… Frukolar senden.
Kalaycı Hilmi’nin hikâyelerini bilmenin imkânı yoktu ki… Her biri anında gelen ve anında giden şeylerdi. Öyleki aynı hikâyeyi kırk değişik versiyonda anlatırdı. Tekrarı da olmadığı için tut aklında tutabilirsen. Cazip oluşları da bundandı.
Nereden bilsin garibim Cevdet Bey, Kalaycı Hilmi’nin huyunu suyunu… Bilseydi zaten kahvehanenin kapısından içeri adım mı atardı? Ama oltaya takılmış, zokayı yutmuştu bir kere.
Frukolar kapış kapış elden ele dağıtıldı.
Kalaycı Hilmi anında iki tane birden çekti kafaya… Sonra mintanının koluyla ağzını sildi. Mal Müdürü Cevdet Bey’e eğildi:
─Dedim ya… Sene 1330…
Sıkıntılı olduğu her hâlinden belli olan Mal Müdürü Cevdet Bey’in gözlerinin içine içine bakarak hikâyesine başladı. Bunu da mahsus yaptı. Çünkü kasa kasa tüketilen Frukoların hatırına hikâyesini onu muhatap alarak anlatarak, şereflendirmek istedi.